30 Aralık 2015 Çarşamba

Dolma


Dolma
Eski Türkçe dolu olmak, doymak anlamına gelen dolmak fiilinden.
İçi doldurulabilecek herşeyden dolma yapılmış. Balık, tavuk, sakatat, kuzu, sebze, meyve gibi.
Dolma bir yemek çeşidi. Yemek doldurulan malzemesine göre isim alıyor. Patlıcan dolması, kaburga dolması gibi. Sarma da aslında bir dolma çeşidi. Osmanlıda dolmacı denen aşçılar olduğu gibi sadece dolma satan dolmacı dükkanları bile varmış. Dolma Türk yemeği. Diğer dillerde ve yapıldığı diğer ülkelerde dolma ismi ile ifade ediliyor. Türkler ayrıca sebzeleri kuruturlar ve bunlardan da dolma yaparlar. Buna da kuru dolma deniyor. Yine malzemesine göre isim alıyor. Kuru biber dolması gibi. Kabak dolması ise en yaygın olan tür. Öyle ki yemek ismi sebzelerin ismine etki etmiş dolma yapılan kabağa dolma kabağı denmiş. Bazı biberlere dolmalık biber de deniyor. Kabak oymak için geliştirilmiş dolma bıçağı isimli özel bir bıçak bile var.

29 Aralık 2015 Salı

Top kek yada cupcake


Orjinal ismi cupcake olan bu keke top kek de deniyor. İngilizce cup kupa veya fincan anlamına geliyor. Kupa ise İtalyanca büyük kadeh anlamına gelen coppa dan dilimize geçme. Fincan ise Arapça aynı kelimeden dilimize geçmiş..Arapçada ise kase, tas anlamına geliyor. 
Kek ise İngilizce hamur pastası anlamına gelen cake den dilimize geçme. Pasta ise İtalyanca bulamaç, hamur demek olan pasta kelimesinden dilimize geçme.
Tek kişilik kek olması nedeniyle partilerin vazgeçilmezi. Fotodaki kekler kız çocuklarına özel hazırlanmış.


Polonya Pastası


Polonya pastalarını İstanbul, Polonezköy'de yiyebilirsiniz. Polonezköy'ü ziyaret etmek Polonya ile Osmanlı arasında gelişen tarihi dostluk bağlarını anlamak ve yakından tanımak için güzel bir fırsat. İstanbul'da Arnavutköy nasıl ki Arnavutlar için bir yerleşim yeri olmuş ise, Polenezköy de aynı şekilde Polonyalılar için bir yerleşim yeri olmuş. 
Osmanlının Polonyanın bağımsızlığına katkısı ve Rus vs işgalini hiçbir şekilde tanımaması ve Cumhurlyetin ikinci cihan harbinde Alman işgalinde de bu tavrı devam ettirmesi takdire şayan. Polonyalıları ve pastalarını çok sevdik :)

Yufka


Yufka
Bizim erişte dediğimiz yemeğe Arnavutlar yufka diyor...

Kilistava


Kilis şehrinin ünlü yemeği. 
Kilis geçmişte Halep'e bağlı iken Halep kaybedilince Gaziantep'e bağlanmış.
Gaziantep'in ilçesi iken ondan ayrılmış ve ayrı bir şehir olmuş. Gaziantep mutfağı ile Halep mutfağının kesişme noktasında olan Kilis mutfağında Halep mutfağı daha etkin ise de Kilis'in kendine has özel bir mutfağı var. 

19 Kasım 2015 Perşembe

Muşmula


Muşmula
Yunanca müsmulo dan dilimize geçme. Yunancada anlamı elmaya benzer meyveymiş
Muşmula'ya bizde döngel, beşbıyık, ezgil gibi başka isimler de verilmiş.
Muşmulanın ana vatanı olarak hazarın kuzeyi, kafkasya, doğu karadeniz gösteriliyor. 
Muşmula meyvesi dalından ilk koptuğunda yenmez. Yenilirse buruk bir tad verir. Beklemesi halinde yumuşar ve lezzetli hale gelir.
Meyvenin bu özelliği deyimlere ve edebiyata girmesine neden olmuş.
Shakespeare Atinalı Timon ve Romeo Juliet eserilerinde ona yer vermiş.
Muşmula bekledikçe buruşur ve rengi değişir.
Bu nedenle asık suratlı insanlara muşmula suratlı adam derler.
Argo'da ise muşmula, ihtiyar anlamında kullanılıyor.
Muşmulayla ilgisi yok ama 
Diderot "insan gençliğinde öğrenir, yaşlılığında anlar" demiş....

17 Kasım 2015 Salı

Bamieh, Bamya ve Tulumba Tatlısı


Bamieh, Bamya ve Tulumba Tatlısı
Tulumba kelime kökeni itibariyle İtalyanca olduğundan İtalya'da benzer bir tatlı var mı diye uluslararası bir haber ajansında çalışan arkadaşım Burak'a sordum. O da benim için araştırdı sağolsun.  O da benzer tatlı var mı diye İtalyan bir arkadaşına sorduğunda "zeppola" isimli bir tatlıdan bahsetmiş ona. Gerçekten de zeppola yivli yapısı ile tulumbaya benziyor.  Ayrıca araştırmayı derinleştirmiş ve bizim tulumbaya benzeyen tatlı olarak İran'da "bamieh" isimli tatlıyı bulmuş. İtalyadaki tatlının hamuru yoğurtsuz İrandaki tatlının hamuru yoğurtluymuş. Ayrıca her iki tatlı da daha çok kutsal günlerde yeniliyormuş.
İtalya ve İran'da bu tatlıların geçmişi 15. yüzyıla kadar gidiyormuş.
Mahmut Nedim'in 1900 tarihinde tatlının Erzurumda yapıldığına ilişkin bilginin İtalya ile bağlantısını araştırdığında karşısına Karaköy'de yaşayan Ermeniler çıkıvermiş. Osmanlı zamanında Cenevizlilerin (İtalyanların) Karaköy limanı ve Galata bölgesinde yaşadığı, bu bölgede yaşayan Ermenilerin "zeppola" tatlısını öğrendiği ve  tulumba tatlısının buradaki Ermeni ustalar vasıtasıyla Erzurum'a gittiği yönünde rivayetlerle karşılaşmış.
Halen bugün Ermenistanda tulumba tatlısı yapılmakta.
Ancak benim ilgimi "zeppola"dan daha çok "bamieh" çekti. Zira şekil itibariyle aynı bizim tulumba tatlısı.
Bamieh ismi bizim bamya ile aynı. Yani bizdeki tulumba tatlısının ismi İranda bamya. Tulumba tatlısının sırtındaki yivli şekil aynen bamyanın şekline benziyor.
Tulumba tatlısının Cenevizliler, Ermeniler yolu ile Erzuruma geldiği yönündeki rivayet bana zayıf geldi. İran Erzurum'a daha yakın Ermeniler ve Türkler tatlıyı İranlılardan öğrenmiş olabilirler. 
Bamya yedi köşeli iken bizdeki tulumba tatlısının köşeleri yada yivlerinin sayısı çok daha fazla.
Bu köşe sayısında da bir hikmet var mutlaka ama buraya girmiyorum şimdilik.
Tulumba aletinin ismini biz tatlı ismi olarak söylerken İranlılar tatlının şeklinden dolayı ona bamya diyorlar anlaşılan.
Teknolojiyi batıdan içeriğini doğudan almışız gibi geliyor bu tatlıda.
Ki bu tarz Türklerin tarzına çok benziyor.

15 Kasım 2015 Pazar

Tulumba tatlısı


Tulumba İtalyanca tromba kelimesinden geliyor. Tromba bizim trompet dediğimiz müzik aleti.
Günlük konuşmada tulumba örneğin suyun bir yerden boşaltılmasını, pompa ise suyun bir yere doldurulmasını sağlayan aletler için kullanılıyor.
Köy meydanında, tarlada veya bahçede hep bir su tulumbası bulunuyor. Tulumbadan su çekmek için içine biraz su dökmek ve hızlı şekilde tulumba kolunu aşağı yukarı hareket ettirmek gerekiyor.
Tulumba tatlısına gelince adından da anlaşılacağı üzere özel bir tulumba aletiyle yapıldığı için bu adla anılıyor.
Tatlı için hazırlanan özel hamur silindir şeklindeki metal tulumbanın içine konuluyor ve hamur tulumbanın merdanesi ile sıkıştırılarak silindirin altındaki yıldız şeklindeki delikten dışarıya çıkması sağlanıyor. Hamur buradan çıkarken yivli küçük silindir halini alıyor. Çıkan hamur baş parmak boyunda kesilerek kızgın yağa atılıyor. Daha sonra da şerbete yatırılıyor.
Günümüzde pistonlu ve dönen bıçaklı elektrikli tulumba tatlısı yapma makineleri satılıyor. 
Tulumba tatlısı sıcak hamur tatlılarımızdan. Tulumba tatlısını piştikten kısa süre sonra yerseniz tadı en iyi o zaman anlaşılıyor. 
Osmanlı zamanında üzerine pudra şekeri veya tarçın serpilerek yeniliyormuş. 
Balkan tatlılarından biri olarak bilinen tulumba tatlısına ait en eski tarif 1900'de Mahmud Nedim tarafından yazılmış. Mahmut Nedim aksine tulumba tatlısının Erzurum'da yapıldığını söylüyor. Bugün Türkiye'nin her yerinde olduğu gibi Erzurum'da da tulumba tatlısı yapılıp yeniliyor. Ancak Erzurum'un geleneksel sıcak hamur tatlıları denildiğinde akla tulumba tatlısı yerine demir tatlısı ve kadayıf dolması geliyor. 
Tulumba konusuna değinip te Osmanlı'da yangınları söndüren Yeniçeri ocağına bağlı tulumbacılara değinmeden geçmeyelim. Tulumbacılar yangın tulumbası denilen alet ile su sıkarak yangını söndürüyor. Tulumbacılar ateşten hızlı ve çok cesur olarak biliniyor. Yangın söndürmeye giderken "yaman geliriz... yaman gideriz..." şeklinde nara atılıyor. 
İlginç olan yangın tulumbasını ailesiyle beraber İstanbul'a gelen, İslamı kabul ederek Davud Gerçek ismini alan ve gördüğü yangınlara üzülen bir Fransız Mühendis 1717 yılında icat ediyor.


12 Kasım 2015 Perşembe

Portakal



Portakal

Portakal Portekiz'den gelen anlamında bu ülkenin isminden dilimize geçme.
Portekiz'in İtalyancası Portogallo.
Portekiz'liler keşifler çağında güney Çini ele geçirmiş denizci bir kavim. Portakal Çin greyfurtu denilen pomelo ile yine güney Çinli mandalinin melezi. Portakal üretimi Portekiz'de yaygınlaşıyor ve buranın adıyla tanınıyor.
Port liman demek. Portekiz'de liman şehri anlamında.
Ahmet Cavit'in 1803 tarihli "Kenz-ül İştiha Tercemesi"nde portakal Portekiz turuncu olarak geçiyor.
Turunç turunçgillerden bir başka meyve. Turunçgillere naranciye diyoruz. Arapça Naranc portakal demek.
Narenciye turunç, portakal, mandalina, limon ve greyfurt meyvelerinden oluşuyor. Nar ile ilgisi bulunmuyor.
Portakal rengine de bu nedenle turuncu deniyor. 
Neyse...
Portakal orda kal.. deyip durayım :)

9 Kasım 2015 Pazartesi

Nar


Nar
Nar ağacına ve meyvesine Farsçada nar deniyor. 'Kuran'ı Kerim'de ismi geçen cennet meyvelerinden. Yahudilerde ve Hristiyanlarda da kutsiyeti var ve bir çok yerde dini motif olarak kullanılıyor.
Nar şekli ve içeriği nedeniyle insanların kendisine bir çok anlam yüklediği sembolik bir meyve. En bilineni bereketi temsil etmesi. Bu nedenle nar şeklindeki seramik biblolar yeni işyeri ve evlere hediye olarak götürülüyor. C vitamini deposu olan nar sağlığa çok faydalı. Bir çok kötü hastalığı tedavi edici özelliği bulunuyor. 
Nar Türk kültüründe de önemli bir yer tutuyor. Bilmecelerde, türkülerde ve deyimlerde yeralıyor.
Şerbeti yapılıyor, aşuremizi ve yemeklerimizi süslüyor.
Dedem Korkut masallarında ayva gülerken nar ağlıyor ...


8 Kasım 2015 Pazar

Kırkağaç Kavunu



Kırkağaç Kavunu
Eski Türkçe'de kırk, kırk - 
ağaç, ığaç olarak geçiyor ve her iki kelime aynı anlamda Orhun yazıtlarında yeralıyor.
Kavun eski Türkçe'deki aynı anlamdaki kağun kelimesinden evrilme.
Kırkağaç Manisa'nın bir ilçesi. Bu yerleşim 1400 lerde Türkler tarafından kuruluyor.
Kavun'un dünyadaki ilk yetiştiği yerler orta asya, İran, Afganistan Anadolu vs. Yani Türklerin yaşadığı yerler. Hatta Avrupaya ilk olarak anadoludan gittiği rivayet ediliyor.
Fatih Sultan Mehmet'in kavun dolması yediği ve sevdiği biliniyor.
Kırk sayısı ve ağaç Türk kültüründe çok önemli anlamlar taşıyor.


7 Kasım 2015 Cumartesi

Mandalina


Mandalina güney Çinli bir meyve. Avrupa'da yetiştirilmesi 1805 gibi görece yakın bir tarih. Dünyanın en büyük mandalina üreticisi halen Çin. Türkiye 5. sırada. 
Fransızca mandarine, İtalyanca mandarino deniyor dilimize de buralardan geçiyor.
Çinin en çok konuşulan ve resmi dil olan lehçesine mandarin deniyor. Yani bizim Çince dediğimiz şey mandarin oluyor.
Çinli devlet adamları turuncu renk giyerlermiş resmi dilin ismi de bundan dolayı mandarinmiş diye rivayetler var.
Bizde İzmirliler sonundaki a harfini söylemezler mandalin derler. Domatese domat dedikleri gibi ... Sebebi bence balkan göçmenlerinin İzmir'de çoğunlukta oluşu ve çeşitli balkan dillerinde mandarin denilmesi
Kış aylarında en çok ihtiyacımız olan vitamin c vitamini. Bu mevsimde bol bol mandalina yersek hasta olmayız. C vitamini vücudumuzca üretilemiyor. Bu nedenle dışarıdan alınması elzem oluyor.

6 Kasım 2015 Cuma

Lahana


Lahana Yunanca "laxano" kelimesinden dilimize geçme. Anadolu'da halk ağzında "kelem" de denir. Kelem ise Farsça kökenli. Hatta "etsiz kelem" diye bir birleşik söz var. Zeytinyağlı lahana sarması demek ve ayrıca değersiz önemsiz işlerle uğraşan kişilere de "etsiz kelem" deniyormuş.
Fotodaki lahana, beyaz lahana. Bizde çorbası, sarması, turşusu, kapuska yemeği meşhur. Ecnebiler "coleslaw" isimli salatasını çok severler.



Şifa için et suyu tarifi


şifa için et suyu tarifi
malum kış geldi. hastalıklar kapıda. şimdiden kendimizi sağlama almak lazım. aşağıdaki et suyu tarifi işinize yarayacaktır. şifa olsun...
fırınlanmış kaburga ve ilikli kemik, soğan, sarımsak, pırasa, kereviz yaprağı, havuç, rezene, taze zencefil, mantar, maydanoz sapı, taze kekik, biberiye, tuz, karabiber tohumu ve yeteri kadar su
kısık ateşte 5 saat pişirilir.
Elde edilen su süzülür ve elde edilen et suyu sade içilir veya çorba yapılır. İstenirse yemeklere, pilavlara konulur.
Ecnebiler bu tip et suyuna, meat stock derler.

4 Kasım 2015 Çarşamba

İncir ve Peynir


İncir ve peynir, bir klasik...
Dünya'da incir en çok Türkiye'de yetişir. İncir ağacının dişisinin meyvesi yediğimiz bildiğimiz incir. Erkeğininki ise yenmez reçeli yapılır.

Maydanoz


Maydanoz
Orta Yunanca'da Makedonya otu demek olan makedonisi kelimesinden geliyor... Arapça'da ma'danus deniyor.

Mangal


Modern ve büyük bir mangal
Tiran'da çektim bu fotoyu ...

9 Ekim 2015 Cuma

Somon



Somon balığı hem tuzlu hem de tatlı suda yaşayan bir balık. Somon bizdeki alabalıkla kardeş. Alabalık göl alası, nehir alası ve deniz alası olarak üç tip sayılabilir. Somon şimdilerde Norveç'ten geliyorsa da Osmanlı zamanında İstanbul'a Makedonya'daki Ohri gölünden gelirdi. Ohri'ye şimdi de gitseniz size alabalığını yemeden dönmeyin derler. Vel hasılı bizim öz somonumuz alabalıktır. Sanayi devrimi ile atıklar derelere verilince dünya üzerinde bir çok somon ve alabalık türleri yok oldu. Bu nedenle günümüzde Norveç'in soğuk denizlerinde kurulu çiftliklerde yetiştirilen somonları yiyoruz. Sırf bizim ülkemizde değil dünyanın her yerinde artık doğal bir alabalık veya somon bulup yemek çok büyük bir şans. Sırf bu nedenle dahi Ohri'ye gitmek lazım...
Fotoğraftaki somon bildiğiniz somon :) Fırında tuz, karabiber ve zeytinyağında pişmiş hali...
Üzerindeki sos, sarımsak, zeytinyağı, tuz, karabiber, salatalık, nane, maydanoz, dereotu, roka vs yeşilliğin hep birlikte rondolanmış hali... 

7 Ekim 2015 Çarşamba

Pide


Pide Yunanca yassı hamur ekmeği anlamındaki pita kelimesinden dilimize geçme. Osmanlı kayıtlarında pite diye yazıyor.

Pide ekmek olarak yenildiği gibi köfte, kebap veya dönerin altına doğranarak da konuyor. Bu pidenin yaygın ismi tırnak pide. Ramazan ayında yapılan türüne ise Ramazan pidesi deniyor. İçine döner konulan tombik ekmek pide döner diye satılıyor.

Fotoğraftaki pide ise ekmek değil yemek. Yemek olan pideye içli pide de deniyor. Genelde içine konulan malzemeye ve yapıldığı yöreye göre isim alıyor. Yumurtalı kıymalı pide, Karadeniz pidesi gibi. 
Balkan ülkelerinin çoğunda pita böreği ifade ediyor. 

Yunanlılar pitayı içine et vb. koyarak yiyor. 
Türkiye'de gözleme, bazlama, sıkma, lahmacun vb. yufka, lavaş veya hamurla bir çok yiyecek yapılıyor. Ancak pidenin tadı bir başka oluyor. 

Pideye en yakın yabancı yiyecekler Gürcülerin haçapurisi ile İtalyanların pizzası gibi gözüküyor.

Türkiye'de bir çok yerde pide yapılıyor. Ancak en yaygın ve meşhuru Karadeniz pideleri oluyor. Pideye yukarıdan bakıldığında şekli Karadeniz takalarını andırıyor. Pidecinin pidesi onun ekmek teknesi oluyor.

Pide fotoğrafı sevgili dostum Azer Sönmez gönderdi. Kendisine teşekkürlerimi sunuyorum.


6 Ekim 2015 Salı

Uskumru


Uskumru Yunanca skümbri kelimesinden dilimize geçme. 
Bu balık içinde orkinosların bile dahil olduğu 51 çeşit balık çeşidini içeren Uskumrugiller balık familyasına ismini vermiş özel bir balık. 
Balık müşterileri olarak bizler genelde kolyoz ile benzerliği dışında hangi balıkla akraba olduğunu pek bilmeyiz.
Bunu bilme sebebimiz de yalancı balıkçıların fiyatı ucuz olan kolyozu bize uskumru diye satma çabasındandır.
Bu yalancılık her meslekte görebileceğimiz istisnai bir durum mudur yoksa balıkçılarda özel olarak daha fazla mıdır ? 
Balıkçılık zor ve getirisi düşük bir meslek. 
Balık halkımızın çok tükettiği bir ürün olmadığından talep de düşük.
Eskiden balıkları muhafaza edecek soğuk hava depoları bulunmadığı gibi yaz aylarında buz bulmak o kadar kolay değildi. Buz bulmak ayrıca çok maliyetliydi. Çünkü o zamanlarda buz İstanbul'a  Bursa'daki Uludağ veya Yalova'daki Katırlıdağ zirvelerinden getirilir, dağlarda kışın açılıp karla doldurulan kar kuyularında saklanan buzlar yazın kesilerek İstanbula binbir zahmetle taşınırdı.
Bu nedenle balıkçı o gün ne yakaladıysa onu gün sonuna kadar  satmak ve gününü kurtarmak zorundaydı. 
Balığı saklama için tuzlama yoluna gidilse bile bu ayrı bir iş kolu olup, bu tip balıkların müşterisi de sınırlı idi. 
Günlük taze balık yakalayıp satan balıkçının tabi ki her zaman lüfer ve kalkan gibi getirisi yüksek balık avlama şansı da yoktu. 
Balıkçılar ağını veya oltasını denize rastgele diye atar. 
Böylece balıkçı öncelikle balığın rast gelmesini ama özellikle kilosu ağır ve kazancı yüksek kaliteli balıkların rast gelmesini dilerdi. 
Bu rastgele sözü aslında balıkçının tek kelimelik duasıydı.
Günü kurtarmak ya da yevmiyeyi doğrultmak deyimleri hep bu şekilde ekmeğini zor şartlarda ve gün içinde kazanmak durumunda olan kişilerin ürettiği sözlerden ortaya çıkmıştır.
Eskiden balıkçının yarını yoktu. Allah o gün ne verdiyse onunla geçimini temin ederdi. Kanaatimce bu şartlar ister istemez balıkçılarda bazı ufak yalanların ortaya çıkmasına yol açmıştır. Balıkçıların yalan söylemesi toplumca bu nedenle normal görülür ve onların yalanını yakalamak ayrı bir maharet sayılırdı. Buna da balıktan anlamak denilirdi. Tabi bugün günü kurtaran bir balıkçılık yok. Soğuk hava depoları, toptancıları ve perakendecileri ile büyük bir sektör var karşımızda. Bu nedenle artık hiç birimiz masum değiliz.
Gelelim kolyoz ile uskumruyu birbirinden nasıl ayıracağımıza.


Kolyozun karnında sarı benekler varken uskumrunun karnı daha temiz. 
- Kolyozun gözü kafasına göre büyükken uskumrunun gözü daha küçük.
- Kolyozun sırt çizgileri labirent gibi karışıkken uskumrunun sırt çizgileri daha düzgün ve paralel.
- Kolyozun kuyruğunun dip noktası dolu ve kuyruğu yumuşsak açı yaparken uskumrunun kuyruğunun dip noktası boş ve kuyruğu keskin açılı. 



4 Ekim 2015 Pazar

Küncülü Kahke


Küncülü Kahke

Bu yiyeceğin ismi bazılarına çok tanıdık bazılarına ise çok yabancı geliyor. 

Küncü:
Antep ve civar illerde yaşayanlar susama küncü diyor. Küncü için Türk Dil Kurumu halk ağzında susam tanesi açıklaması yapmış ve kökenini Farsça olarak göstermiş. Susam Farsça kuncud, Özbekçe kunjut, Kazakça künjit. Moğolca kunjutyn, Ermenice knjut, Tacikçe künlit, Rusça kunzhut şeklinde ifade ediliyor. 
Susam ise dilimize Arapça'dan geçme. Susam Latince sesamun Yunanca sesamon. Batı dillerinin çoğunda doğunun aksine küncüye değil susama benzer kelimeler kullanılıyor.

Kahke:
İzmirliler simite nasıl gevrek diyorsa, Antep ve civar illerde yaşayanlar da simite kahke diyor. Gevrek Balkanlardan. Kahke Arapçadan. Kahke Arapça bilezik anlamına geliyormuş. 
Simit yine Arapça ince bulgur veya irmik anlamındaki samud kelimesinden dilimize geçme.

Küncülü kahke yerine susamlı simit deseydim belki çok daha fazla kişi anlayacaktı. Ancak o Kilisli, Antepli bir yiyecek ve onun ismi küncülü kahke.

Filolojiye ve etimolojiye dayanarak yemek konusunda yorumlarda ve açıklamalarda bulunuyorum. Kelime hepimize aynı şeyi ifade ediyorsa o kadar çok bize ait bir iletişim aracı olma özelliği taşıyor. Ortak kelimelerimiz yoksa veya farklı da olsa değişik kelimelerin işaret ettiği şeyin ne olduğunu hep birlikte bilebiliyorsak ancak o zaman birbirimizle iletişim kurabiliyor ve kültür sanat eserlerini ve yazıları ancak o zaman yorumlayabiliyoruz. 

Yemek için kullandığımız kelimelerin zenginliği mutfağımızın da zenginliği aslında. Biz eğer bu çeşitliliği, derinliği kavrayamaz ve koruyamazsak onun yerine dünyayı ele geçirmiş olan tek tip yeme kültürü ve onun kelimeleri mutfağımıza egemen olacak.

Yemek insanlığın evrensel ortak dili. Hangi dilde söylenirse söylensin dildeki tad hepimizi buluşturabilecek güçte. Anne sütümüzün tadı gibi.

Sofranız bereketli diliniz lezzetli olsun.

Tabule


Tabbouleh isimli bu salataya bizde tabule veya tabbule deniyor. Türkiye'de kısır neyse, levant bölgesinde tabule o.

Levant ile kastedilenin ne olduğunu kelimenin İtalyanca, İspanyolca, Fransızca vb batı dillerindeki anlamına bakarak söylersek levant, güneşin yükseldiği yer yani doğu demek. 

Batı için doğu yani levant, doğu akdenize kıyısı olan tüm ülkeleri kapsıyorsa da tabuleyi esas alarak levant ülkelerini sayarsak Lübnan, Ürdün ve Suriye deriz.

Ama tabule için bir ülke söylemek durumunda isek o ülke Lübnan olur.

Tabule çok pratik bir salata. Temelini domates, maydanoz, nane, ince bulgur, beyaz soğan, zeytinyağı, limon suyu ve tuz oluşturuyor. 

Bunlara ek olarak nar tanesi, nar ekşisi, kırmızı acı biber, jalapeno, sumak, yeni bahar, kimyon, sarımsak, turşu, ekşi elma, dereotu, karabiber, zahter, yeşil soğan vb eklenmiş tarifleri yapılıyor.

Kısırda bulgur ana malzeme iken tabulede ana malzeme yeşillikler olup ince bulgur az kullanılıyor. Kısırda salça varken tabulede bulunmuyor.

Geleneksel olarak ekmeğin veya marul, roka, asma yaprağı vb. içine konarak elle yeniyor. Ancak kaşıkla sade yenmesi de güzel oluyor.

3 Ekim 2015 Cumartesi

Sosis


Sosis, Fransızca "saucisse" kelimesinin okunuşundan dilimize geçme. Latincesi "selcitae" muhafaza altında tuzlu et anlamına geliyor.

Bizde genellikle dana eti ile yapılıyor. Tavuk ve hindi etinden sosisler de bulunuyor.

Sosisin içeriğine hayvanın eti dışında başka kısımları konuluyor olsa da bence asıl problem imalatında nitrat ve monosodyum glukomat vb kimyasal katkı maddelerinin kullanılmasında. 

Bu maddeler özellikle çocuklarda ve kadınlarda ciddi sağlık sorunlarına açıyor. Bu nedenle organik olmayan sosisleri fazla tüketmemek ve çocuklara ise hiç yedirmemek gerekiyor.

Sosis çok eski zamanlardan beri üretiliyorsa da bugünkü sosise benzeyen sosisler Roma İmparatorluğu zamanından beri var.

Almanya'nın Frankfurt şehrinde üretilmiş olduğundan ismini bu şehirden alan frankfurter sosisi dünyanın en çok tüketilen sosis tipi.

Bizde sosisli denilen sandviçin ismi  İngilizce'de "hot dog". Almanya'da Dakhund isimli avcı bir köpek cinsi var. Almanca dak porsuk, hund ise köpek demek. Bu köpeğe porsuk avladığı için bu isim verilmiş. Köpeğe şeklinden dolayı sosis de deniyor. 

Frankfurtta sosis üreticisi bir Alman dakhund köpeğinin şeklinden dolayı ürettiği sosisine dakhund ismini koyuyor. 
Dakhund kelimesinin İngilizcesi dachshund. 

Bu tip sosis, göçmen Almanlarca Newyork'da dachshund ismi ile satılmaya başlıyor. Sıcak sosis el yakmaması için iki dilim ekmek arasına konularak satılıyor. 

Bu sosis ilk çıktığı zamanlarda Newyork'da çoğunlukla stadlarda satılıyormuş. Almanlar bu sosisi satarken sıcak sosis yani hot dakhund veya hot dachshund diye bağırarak satılıyorlardı. 

Bu kelimenin ilk kısmının Almancasının "dak" ve köpek kelimesinin İngilizcesinin "dog" oluşunu birlikte düşündüğümüzde sıcak sosisin Almanlarca satış sırasında kısaltarak hot dak veya hot dog şeklinde satıldığı büyük ihtimal.

T.A.Dorgan isimli bir karikatürist sosis reklamında dakhund köpeğini çizince hot dog daha bir yaygınlaşıyor.

Velhasılı hot dog sosis köpek etinden yapılma bir sosis değil :)

Sosis dilimizde sosis balon, sosis yaka, köpek ismi olarak sosis  gibi farklı ifadelerde kullanılmaya devam ediyor.

1 Ekim 2015 Perşembe

Zerde


Zerde günümüzde yaşamaya devam eden nadir tarihi tatlılarımızdan.

Zerde Farsça'da sarı renk ve safran bitkisi anlamına geliyor.

Zerdenin yapımında kullanılan safran Arapça'da "zafaran" isimli sarı renk veren soğanlı bitkinin isminden dilimize geçme.

Bu bitkinin tepeciklerinin kurutulmasıyla elde edilen baharata da safran deniyor.




Türkiye'de safran'ın en bol olduğu yer Safranbolu. 

Zerde tatlısına tad, koku ve sarı renk vermesi için safran konuluyor.

Safran çok pahalı olduğundan zerde genelde zerdeçal veya aspir kullanılarak yapılıyor.  Zerdeçal ve aspir sarı renk veren başka tür bir bitkiler. Zerdeçal'a Hint Safranı da deniyor.  Aspire Haspir denildiği gibi bazı yalancı baharatçılarca halka safran diye satılmasından dolayı "yalancı safran" da deniyor.

Zerde benzeri bir tatlı Hindistan, Pakistan ve Bangladeş'te de yapılıyor oradaki ismi bizdekine benzer şekilde "Zarda". Zarda ismi zannedersem yine içine konulan 'safran'ın tatlıya sarı renk vermesinden dolayı. Bu tatlının isminin yanı sıra içeriği de zerdeye çok benziyor. Ayrıca bu tatlı bizdeki gibi oralarda da özellikle düğünlerde yeniyor.

Zerdenin tarihi bir geçmişi var.



III. Ahmet'in şehzadelerinin 1719 yılındaki sünnet düğününü tasvir eden Levni'nin çanak yağması isimli minyatüründe zerdenin pilav üzerinde sunulduğu görülüyor.

Ayrıca Yeniçerilere savaş sonrasında ve maaş ödeme zamanlarında zerde dağıtıldığı kayıtlarda yeralıyor.

Zerde mevlid, Ramazan ve bayramlarda da yapılan bir tatlı 

Zerde tarihi süreçte bademli, sütlü, tarçınlı, karanfilli ve kuru üzümlü olarak da yapılmış.

Zerdeyi menüsünde sürekli bulunduran çok az sayıda tatlıcı veya lokanta bulunsa da zerde işkembecilerin baş tatlısı.

Fotoğrafı Safranbolu'da çekip bana gönderen sevgili dostum Gökhan Elmaslı'ya teşekkür ediyorum.

29 Eylül 2015 Salı

Turşu



Turşu Farsça "turş" kelimesinden dilimize geçmiş, "turş" ekşi veya tuzlu, ağız yakan demek.

Münir Özkul ile Adile Naşit'in birlikte oynadığı 'Neşeli Günler' filmindeki turşu tartışmasını hatırladım. Turşunun iyisi sirkeden mi olur, yoksa limondan mı? 
Sirkeyi Adile Naşit, limonu Münir Özkul savunuyordu.

Kelimenin manasında iki kavram var:  ekşi ve tuzlu. Sirkenin tadı ekşi olduğundan Adile Naşit'i ekşi tarafına, limon tuzundan hareket ederek limonu savunan Münir Özkul'u tuz tarafına alıyorum.

Günümüzde yapılan turşuların çoğunda ise kaya tuzu ve sirke birlikte kullanılıyor. Bunların yanına limon tuzu veya limon suyu ekleyenler de var. Yani günümüzde bu tartışma bitmiş ve hepsi bir arada kullanılıyor gibi gözüküyor.

Peki filimdeki tartışma sadece bir replik miydi yoksa böyle bir ayrım var mıydı gerçekten ?

Sirke ve tuzun kimyasal yapıları birbirinden farklı. Turşu kurulan malzemelerin yapıları da birbirlerinden farklı olduğuna göre. Bazılarında tuz, bazılarında sirke kullanılması daha uygun olmasın sakın ?

Osmanlı döneminde Mehmed Kamil'in kaleme aldığı ilk Türkçe yemek kitabımız 'Aşçıların Sığınağı'ndaki turşu tariflerinde hıyar ve lahana turşuları tuzla, diğerleri ise sirkeyle kuruluyor. Bir tek üzüm turşusuna sadece hardal tohumu konuluyor.
Turşu kelimesinin kökeninde iki kavramın birlikte olması belki de bundan.

Velhasılı en çok tüketilen hıyar ve lahana turşusunda Münir Özkul, diğer turşularda ise Adile Naşit haklı gözüküyor.

Günümüz şehir insanının damak zevki artık ortalamaya doğru evrildiğinden tadlardaki ayrıntıları pek fazla yakalayamıyoruz.

Herşeyi birbirine karıştıran biz şehir insanları belki o kadar da haklı değiliz kim bilir ?

Turşuyu anne oğul birlikte kuran ve fotoğrafı bana gönderen sevgili
@hulya_sagiroglu teyzeye ve sevgili dostum @kanunname ye teşekkürlerimi sunarım.

27 Eylül 2015 Pazar

Cezerye


Cezerye

Mersin yöresine ait bu tatlının ana maddesi havuç. 

Havuçun Arapçası da cezer. Demek ki cezer ye / havuç ye anlamına geliyor :) 

:) işaretinnden anlaşılmama ihtimaline binaen belirteyim ki espri yapıyorum burada ...

Hafif ve sağlıklı bir tatlı cezerye. Yaz aylarında ağır tatlılara bir alternatif.


Kalburabastı


Kalburabastı tatlısı

Seferihisar Sığacıkta sokakta satış yapan Sevim ablanın tezgahında çektim bu tatlı fotoğrafını.

Klasik hamur tatlılarımızdan olur kendileri
İsmi hamuru kalbura basmaktan geliyormuş.

Kalbur ise tahılları elemek için kullanılan büyük delikli bir çeşit elek. Hamuru kalbur denilen eleğe bastırınca tatlının üzerindeki minik yuvarlak tümsekler oluşuyor.

Türkçede "kalbura çevirmek" diye bir deyim var delik deşik etmek anlamına geliyor. Kalburdaki delikler deyimdekinin tersine tatlıda delikler değil çıkıntılar oluşturmak için kullanılıyor.

Kalbur dediğimiz eleğin yerine pratik olduğu için mutfaktaki metal veya plastik makarna süzgeçleri de kullanılıyor.

Ancak kalbur eleği üretimi neredeyse yok olma aşamasına gelmiş. Bu nedenle evlerimize küçük bir kalbur alsak ve mutfağımızın duvarına assak ne güzel durur. Onun görüntüsü bile mutfağımıza geleneksel ve doğal bir hava verir. 

El emeği ile yapılan ahşap ürünlerin üzerimizde bıraktığı o pozitif duyguyu kaçırmayalım. O kalburu tuttuğumuzda binlerce yıllık bir geleneği geleceğe taşıyan birer elçiyiz. 

Kıymet bilmek, el emeği göznuru, bunlar hep soframızın bereketi ve tatlılarımızın tadı.

Kalburüstü olmak için herzaman paralı olmak gerekmiyor elbette :)

Urfalı Mehmet Ustanın Patlıcan Kebabı


Patlıcan kebabı Urfalı Mehmet Ustanın elinden yenir.

Kebabın yanında beyaz kuru soğan iyi gider. Çünkü bu soğan diğer soğanlara göre daha sulu ve daha acısız.
Türkiyenin en iyi patlıcan kebaplık patlıcanı Birecikte yetişir. Ama bu patlıcan da Birecikten geri kalmaz.

Tüm kebaplarda olduğu gibi Patlıcan kebabının da ustalığı pişirmede saklı. Yani ateşin kıvamının verilmesinde ve kebabın şişe saplanmasında.

Lavaşın mayasız hamurdan yapılması ve hamurunun dinlendirilmiş olması da şart.
Mehmet usta tüm bunlara dikkat etmiş.
Domates ve biber de harika.

Nerde mi yenir ? 
Balıkesir / Gömeç / Meriçler Gönülevi Pide Kebap Salonunda.
Pide ve Lahmacunu da tavsiye olunur.

Yol tarifi için gerekirse diye Tel: 0 266 357 11 77

Sevim ablanın baklavaları



Sevim ablanın baklavalarından tatmadan Sığacık'tan dönmeyin

Haftada sadece birgün pazar günleri 130. sokağın köşesinde tezgah açıyor.

Tezgahtaki tatlılar: oklavadan sıyırma, cevizli ev baklavası, kadayıf ve kalburabastı 

Tuzlu olarak otlu (pazı ve ıspanaklı) börek var. 

Sevim abla Aydınlı, tatlılar ve börekte tereyağına biraz ayçiçekyağı karıştırıp kullanıyormuş. 

Lezzeti çok güzeldi tatlıların. Böreği deneyecek vaktim olmadı. Onu da siz deneyin ve burada lezzetini belirtin artık.

Sevim ablaya 0 545 584 63 67 nolu telefondan ulaşabilirsiniz.

Hadi yine iyisiniz :)

Armola peyniri


Armola Peyniri
çörekotlu, kırmızı biberli, kekikli zeytinyağlı
 
Sadece Seferihisarda tadabilirsiniz dediler. Tulum peynirinin çökelek hali gibi geldi bana. Farklı bir lezzet, öneririm.

Karabiber



Dalında karabiber taneleri

Hintlidir. Nerede sıcak varsa orada yetişir. Olmadan toplayıp kurutursan karabiber, olduktan sonra kabuklarını soyup kurutursan beyazbiber olur. 
Baharattır kendileri.

Güveç


Güveç

Güveç hem yemeğin hem de yemeğin pişirildiği kabın ismi.

Güveç eski Türkçe'de pişmiş topraktan yapılan yemek kabı anlamındaki "küdeç" kelimesinden geliyor. Ancak bu kelimenin kökü olan "küd" ise beklemek demek.

Güveçte yemeğin yavaşça yani ateş üzerinde uzun süre bekleyerek pişmesi asıl. Çünkü aşırı ısıda güveç çatlayabileceği gibi toprak özelliği gereği ani ve aşırı ısıyı tüm yüzeyine hemen iletemiyor.

Kelimenin manasında güveçin pişirme şeklinin de olması eski Türkçenin güzelliğini ortaya koyuyor.

Yine topraktan yapılmış kapağının kapatılması ile ağır ağır pişen yemeğin tüm besin değerleri güveç içinde kalıyor. İçindeki malzemeler aşırı ısıya maruz kalmadığından bozulmuyor. 

Ancak güveç içine fazla su konulmamalı. Yemeğin güveç içindeki malzemenin suyunda pişmesi lezzetini eşsiz kılıyor.
Güveçe et konulacaksa kemikli olması tercih edilmeli. Kemiğin iliği ve suyu yemeğe ağır ağır geçiyor. Böylece gıdalardaki yararlı özellikler kaybolmadığından güveç yiyene şifa veriyor.

Güveç eskiden daha çok köz üzerinde pişirilirmiş. Fırına verildiğinde ateşe en uzak noktada ağır ağır pişmeye bırakılıyor. Tüplü gazlı ocakta pişirilecekse en ideali kısık ateşte en az iki saat bekletilmeli deniyor.

Günümüzde güveçte et, tavuk, sebze yemekleri yapıldığı gibi balık ve diğer deniz ürünleri de pişirilmeye devam ediyor.

Türk mutfağının temeli olan tencere yemekleri dediğimiz yemekleri aslında toprak tencerelerde pişirilen bu yemekler oluşturuyor.

Çelik, bakır veya dökme demir tencereler toprak tencereden daha pahalı olduğundan, güveç eskiden  daha çok yoksul evlerde bulunurmuş.
Geçinme konusunda var olanla yetinmek anlamında "tencerede pişirip kapağında yemek" şeklindeki atasözümüzde bence güveç kastediliyor.

Sürekli acelesi olan ve kazananı olmayan bir yarış içinde anlamsızca koşturan şehir insanının artık güveçte yemek pişirecek zamanı yok.

Kirli hava soluyan, gürültülü ve stresli bir yaşam süren ve kalitesiz katkılı ürünlerle beslenmeye çalışan şehir insanının hızlı yemek (fast food) yerine yavaş pişen (slow cooking) yemekleri tercih etmesi kendi sağlığı ve damak zevki açısından en doğrusu gözüküyor.

26 Eylül 2015 Cumartesi

Zeytinyağlı Enginar



Zeytinyağlı Enginar
Üzerinde bezelye, havuç, kuru soğan.

Faydası saymakla bitmez ancak en temel özelliği karaciğeri ve safra kesesini temizlemesidir. Zira nikotin, alkol ve yağın zararlı yönlerin bu organlarda süzülür ve bu organlar zarar görür. Enginar tam burada devreye girerek zararlı birikimleri vücut dışına atar. 

Bu özelliği nedeniyle midir bilinmez ama meze olarak meyhanelerde her zaman bulunur. :)


Kalamar


Kalamar

Kalamar Yunanca kalamari den geliyor.
"Kalam" bizdeki kalem anlamında. Kalem de mürekkebe batırılarak yazı yazılmasını sağlayan kamışı ifade ediyor. Arapça, Latince, Süryanice dillerinde kalem hep aynı kökle ifade edilmiş. 

Kalamar  kaçarken mürekkep püskürten bir deniz canlısı. Bu deniz canlısının isminin kalemle mürekkeple ilgili oluşu onu denizin en entellektüel canlısı yapıyor :)

Bu fotoğrafı değerli dostum Evrim, Ovacık Datça'daki Poyraz Restaurantta çekmiş. Arkadaşlarım benim yemekle ilgimi bildiklerinden sağolsunlar bana destek olurlar. Sadece ülkemizden değil ülke dışından da katkılarını esirgemezler. Onlardan fotoğraf geldikçe ara ara buradan paylaşacağım.

Köfte



Köfte

Köftenin temel malzemesi kıyma. Kıyma, eski Türkçe "kıy" fiilinden. "Kıy" kesmek ve yarmak anlamında.

Kıyma makinesi olmadığı zamanlarda, et kıyılarak yani kesilerek kıyma haline geliyormuş. Halen güneydoğu illerinde kasaplarda zırh ismi verilen özel bir bıçakla zırh kıyması hazırlanıyor. Bıçak kıyması da diyorlar. Bu tip kesilme işleminde et ezilmemiş oluyor. Daha çok lahmacun, kıyma kebabı vb kebaplarda kullanılıyor. Zırha bu nedenle kebapçı zırhı da deniyor. 

Günümüzde ise kıyma makinesinden çıkan kıyma ile köfte yapılıyor. Bu makine 19. yüzyılda Alman Karl Drais tarafından icat edilmiş. Kıyma makinesinde et bir merdane yardımıyla küçük deliklerden oluşan metal bir levhadan (bıçaktan) geçirilerek (kıyılarak) ince yuvarlak şeritler haline geliyor. Bu makinede et hem ezilmiş hem de kıyılmış oluyor. Et  karma bir hal alıyor.

Köfte Farsça "köfta" kelimesinden dilimize geçme. "Köfta" havanda dövülmüş çiğnenmiş anlamına geliyor. 

Geçmişi Hz. İbrahim dönemine dayanan çiğ köfte, Urfa'da halen etin ezilmesi ile yapılıyor. O dönemdeki pişmiş köftenin etin ezilmesi ile yapılmadığını düşünmemiz için hiçbir gerekçe yok. 

Kelimenin manasını da göz önüne alınca köftenin ilk halinin kıyılmış etten değil ezilmiş etten yapıldığı anlaşılıyor.

25 Eylül 2015 Cuma

Taş Kadayıf



Taş Kadayıf

Kadayıf Türk hamur tatlılarından. Çok çeşidi var. Tel kadayıf, yassı kadayıf, taş kadayıf, künefe, ekmek kadayıfı, burma kadayıf, kadayıf dolması gibi.

Yukarıdaki fotoyu sevgili dostum Murat Özmen Mersin'den gönderdi. Taş kadayıf Mersin, Adana, Antakya bölgesinin meşhur kadayıfı.

Ancak bu kadayıfın asıl özelliği içinde ağız denilen sütün olması. Hatta ağızlı taş kadayıf deniyor.

İneğin doğum yaptıktan sonra verdiği ilk süte ağız deniyor. Ağız bulmak çok kolay olmadığından genelde onun yerine kaymak kullanılıyor. 

Ağız denilen ilk süt vitamin deposu olmasının yanı sıra en önemli özelliği bağışıklık sistemini güçlendirmesi. Buzağı bu ilk sütle dayanıklı oluyor. İnsanlar için de anneden emilen ilk süt çok önemli ve uzun süre anne sütü alan çocuklar çok sağlıklı oluyor. 

İçine genelde antepfıstığı ceviz konuyor.
Kadayıfın ismi taş. Genelde kıtır oluşundan bu isim konuldu diye düşünülüyor.

Ama bence ağız sütü ile yapıldığından yiyen taş gibi sağlam olduğundan bu isimle anılıyor :)

Aşağıdaki fotoyu değerli dostum Gökhan Elmaslı Adana'dan gönderdi.



24 Eylül 2015 Perşembe

Eti Mühürlemek Lezzetini Arttırıyor.



Eti mühürlemek lezzetini arttırıyor.

Mühür dilimize Farsçadan geçen bir kelime damga anlamına geliyor. Damga ise eski Türkçedeki tamğa kelimesine dayanıyor. 
Dağlamak ise hayvan veya insanların sağlık, tedavi ve tanınma amacıyla kızgın demir vb metallerle damgalanması.
Dağlama işleminin sağlık için uygulanması Türklerde M.Ö. 5. yüzyıla kadar dayanıyor.



İskitlerin savaşta kollarını güçlendirmek için kol, omuz veya bileklerini kızgın demirle dağladıklarını hatta kızlarının  daha iyi ok atmak için bir memesini dağlayarak tek memeli yaşadıklarını Heredot söylüyor.
Ağaçların budanması nasıl ki ağacı o yönde güçlendiriyor. İnsanlar da eskiden kollarını dağlayarak güçlendiriyorlar. Vücudun kendini iyileştirme gücünü kullanıyorlar.
Dövme Eski Türkçedeki dağlama anlamındaki tögün den geliyor.
Erkeklerin kol omuz ve bileklerindeki dövmelerin kişiyi güçlü göstermesi taa buralara dayanıyor.
Hastalık tedavisinde kullanım ise Göktürklere dayanıyor yara veya hastalıklı bölgenin dağlanması ile tedavi sağlanıyor. 
Bu iki uygulama modern tıbbın gelişmesiyle artık uygulanmıyorsa da özellikle büyükbaş hayvanların tanınması için kızgın demirle damgalandığını daha çok Teksas'ta geçen kovboy filimlerinden hatırlanır.
Eti mühürleme demek etin içindeki öz suyun yok olmaması için etin tuzlanması ve önceden kızgın hale getirilmiş olan tavada önlü arkalı kızartılması. Böylece etin iki yüzeyi dağlanmış, damgalanmış yani mühürlenmiş oluyor.
Etin suyu içinde kaldığından lezzetli oluyor.
Ancak etin önceden kesinlikle dövülmemesi gerekiyor. 

23 Eylül 2015 Çarşamba

Çupranın lezzeti ve Üç Yağlı Çupra Tarifi



Çupranın lezzeti ve Üç Yağlı Çupra Tarifi

Çiftlik çuprası ile deniz çuprası arasında lezzet farkı var mı ?

Çiftlik çupraları sürekli suni yemle besleniyor ve dar alanda fazla hareket edemiyor. Böylece hızlı kilo alıyor. Deniz çuprası ise serbest dolaşıyor doğal besleniyor ama geç kilo alıyor.

Konunun daha net anlaşılması için süreleri yuvarlayarak söylersem.  Çiftlik çuprası suni yemle 1 yılda 1 kilo olurken, deniz çuprası denizde avlanarak 3 yılda 1 kilo oluyor. 
Suni yemle beslenen çiftlik çuprası ile denizde kendi avlanarak beslenen deniz çuprası arasında lezzet farkından ziyade sağlığa fayda açısından büyük fark var.

Aslında çoğu yemekte olduğu gibi balıkta da lezzeti önemli ölçüde yağ belirliyor. Bu nedenle deniz çuprasını yağlanmamışken yerseniz lezzetsiz, çiftlik çuprasını yağlıyken yerseniz lezzetli geliyor.

Yağlı demek kilolu demek. Yarım kilo altındaki çupra her türlü az yağlı oluyor.

Fotodaki ızgarada pişirilmiş çupra küçük yani az yağlı olduğundan çok lezzetli gelmedi.

Peki yağsız çupranın lezzetini nasıl arttırabiliriz ?

Adını benim "Üç Yağlı Çupra" koyduğum pratik bir tarif vereyim :) 

- Çuprayı temizlendikten sonra pişirme kağıdı üzerine alın ve her iki tarafına tuz, toz karabiber ve zeytinyağı dökün. 

- Çupranın içine soyulmuş ve doğranmış bir-iki diş sarımsak, beş altı karabiber tanesi ve bir kaç defne yaprağı koyun. 

- Daha sonra çupranın üzerine bir yemek kaşığı tereyağı koyun. 

-Çupra üzerine biraz daha zeytinyağı dökün. 

- Hazırlanan çuprayı pişirme kağıdı ile  tamamem sarın ve her iki ucunu  bükerek kapatın. 

-  Çuprayı sıcak fırında pişirin. 

- Çuprayı pişirme kağıdı içindeki erimiş sıcak yağ karışımı ile birlikte servis tabağına alın. 

-  Ekmeğinizi erimiş yağ karışımına bandırarak çuprayı afiyetle yiyin. 

Bu tarifteki lezzeti yaratan espiri, çupranın kendi yağı, zeytinyağı ve tereyağı ile birlikte pişmesi.

21 Eylül 2015 Pazartesi

Çupra yada Çipura


Çupra veya Çipura

Her iki isim de aynı balığa ait. Ben çupra diyenlerdenim. 250-300 gr üzerindekilere çupra yada çipura, bu ağırlığın altındakilere lidaki deniyor.
Kılçığı az olduğundan anneler çocukları için genelde çupra tercih ediyor.
Bilinçsiz avlanmadan dolayı denizlerde çok azaldığından çoğunlukla çiftliklerde yetişiyor.
Çupra etçil bir balık. Serbest avlanan deniz çuprası çiftlikte yemle beslenen ve ilaçlanan çupradan daha sağlıklı. Ancak tabi ki kirli denizde yakalanan deniz çuprasının sağlıklı olduğu söylenemez.
Sağlıklı tavuğu paketindeki organik logosundan ayırt edebilirken çuprada böyle bir şansımız yok. Bu yüzden balıkçılarda bitmez bir muhabbettir, deniz mi ? çiftlik mi ? sorusu.
Bazı balıkçılar her ikisi de deniz suyunda yetiştiğinden hareketle deniz diye cevap verebiliyor. Bu gerekçeyle pişkinlikle yalan söylemediklerini dahi ileri sürebiliyorlar. 
Bu nedenle ısrarla yetiştirme mi ? diye sorup ısrarla "yetiştirme" veya "yetiştirme değil" cevabını almaya çalışıyorum.
Böylece balıkçının yalan söylerken bile kendini haklı gören o küçük uyanık zekası ile kendi vicdanını rahatlamasına izin vermemeyi amaçlıyorum. Çok hainim :)
Peki balıkçının yalanını nasıl yakalayabiliriz ? 
Kıyaslamalı bilgilerin bazıları pratikte pek bir işe yaramıyor. Örneğin deniz çuprası çiftlik çuprasından daha parlaktır bilgisini ele alalım. Tezgahta hem deniz hem de çiftlik çuprası olmalı ki kıyaslama yapabilelim. Ancak her zaman böyle bir tezgah bulamayacağımız gibi yalancı balıkçı tezgahında deniz çuprası yazısı altındaki çupralar da zaten çiftlik olduğundan bu bilgiyle sorunu kolayca çözemiyoruz.
Bu nedenle bize pratik bir şeyler lazım; - Deniz çuprasının solungaçlarının üzerinde bir allık yani bir kırmızılık olduğundan eskiler ona alyanak derlermiş. Çiftlik çuprasında ise buradaki renk soluk pembe, sarımtırak, siyah veya belli belirsiz.
- Tezgahtaki balıkların hepsi aynı boyda ise büyük ihtimal çiftlik.
- Deniz çuprası diplerde gezindiğinden karın kısmı düz iken çiftlik çuprasının karın kısmı yuvarlak, şiş.
- Çiftlik çupraları kalabalık ve dar bir alanda yüzdüklerinden kuyrukları ve pulları yıpranmış oluyor.

Zeytinyağlı Yaprak Sarma

O

Zeytinyağlı Yaprak Sarma

Fotoğraftaki asma yaprağı sarması, yaprak sarma denilince bu kastediliyor. Ancak başka yaprakların da sarması yapılıyor. Kiraz yaprağı sarması, dut yaprağı sarması, fındık yaprağı sarması, ayva yaprağı sarması, at kestanesi yaprağı sarması ve fasulye yaprağı sarması gibi. Hatta ıhlamur yaprağına dahi sarma yapanı bilirim.

Yaprak sarmanın kıymalısı da yapılır ve sıcak sıcak yenilir. isteğe göre üzerine hafif sarımsaklı yoğurt da dökülür.


Türk Kahvesi ve yanında Hibiskus Şerbeti



Türk Kahvesi ve yanında Hibiskus Şerbeti

Hibiskus çiçeği çok çeşitli, neredeyse 250 ye yakın değişik renk ve isimlerde çeşidi var. 

Mekke gülü, Sudan gülü vb adlarla anılıyor. Şerbetinin kahve yanında sunulması bir adetmiş. Çayı da yapılıyormuş. Şehzade çayı veya Paşa çayı deniyormuş. Sağlığa da çok faydalı bir çiçekmiş bu hibiskus.

Fotoyu gönderen Gözde arkadaşıma teşekkürler. Birgün kahve falına bakayım da ödeşelim :)

Kabak Çekirdeği


Kabak Çekirdeği

Bal kabağı çekirdeği, kuruyemiş olarak tüketiliyor. Çekirdek tohum, yemiş ise meyveyi ifade ediyor. Ancak kuruyemiş sadece kurutulmuş meyveleri değil kurutulmuş tohumları da kapsayan bir bileşik kelime. 

Kabak çekirdeği omega-3 yağ asidi yönünden zengin. Ancak tuzlusunu değil tuzsuzunu tüketmekte fayda var. Aman kaş yaparken göz çıkartmayalım :)

Taze Antepfıstığı


Taze Antepfıstığı

Fıstığın milattan önce 6750 yılından beri yenildiği biliniyor. Orta Farsçada pistak,  Arapçada fustuk, Yunancada pistakion oradan Fransızcaya pistache ve İngilizceye pistachio olarak geçiyor.

Bizde fıstık yerfıstığı, çam fıstığı ve antepfıstığı olarak üç farklı isim olarak bilinir. Yerfıstığı yerde bir bitki, çam fıstığı fıstık çamı ağacının kozalaklarından çıkan bir tohum, antepfıstığı ise fıstık ağacı ve bu ağacın meyvesinin ismi.

Fıstık ağacının yer ismi ile özdeşleşmesi gibi bir durum var. Şam fıstığı, İran fıstığı, Urfa fıstığı, Siirt fıstığı gibi. Durum böyle ise de biz de yaygın ve yerleşik ismi Antepfıstığıdır. 

Urfa en büyük antepfıstığı üreticisi olmasına rağmen fıstığın urfafıstığı ismi ile anılmasını sağlayamamış ise de mücadeleye devam ediyor. 

Bu güzel fotoğrafı Pınar Akkor gönderdi, kendisine sonsuz teşekkürlerimi sunuyorum.

Kemalpaşa Tatlısı



Kemalpaşa Tatlısı

Üzerine tahin pekmez dökülmüş ve fındık parçaları serpilmiş.

Madem Bursa'ya geldik Kemalpaşa yemeden geçmeyelim dedik. Zira bu tatlının merkezi Bursa'nın Mustafakemalpaşa ilçesi ve tatlının tam ismi Mustafakemalpaşa peynir tatlısı.

Mustafakemalpaşa ilçesine balkanlardan Arnavutlar ve kafkaslardan Çerkesler göç etmiş. Kasabanın eski ismi Kirmasti.

Kasaba 1920'de Yunanlıların işgaline uğruyor ve ancak 1922'de kurtuluyor. Bunun üzerine kasaba meclisi toplanarak kurtuluşlarını sağlayan Mustafa Kemal Paşa'ya saygılarının ifadesi olarak kasabanın ismini Mustafakemalpaşa olarak değiştiriyor. 

Biz de 30 Ağustos Zafer bayramında kurtuluşu kemalpaşa tatlısı yiyerek kutladık. Şehitlerimizi ve başkomutan Mustafa Kemal paşayı rahmet ve minnetle andık.

Bal Çubukları


Bal Çubukları

Amerika'dan satın alınmış bunlar. Çocuklara bal sevdirmek için birebir. Bir ısırıkla ucu açılıyor ve emilyor. Dilerseniz çaya da damlatabilirsiniz.

Ülkemizde bazı bal firmaları çay için pratik bazı şeyler ürettiler ama bu çubuklar bana daha bir pratik göründü.