23 Mayıs 2016 Pazartesi

Pişi


Pişi Türkiye'nin bir çok yöresinde yapılıyor ve çoğu kişi sadece kendi yöresine ait bir yiyecek diye biliyor. 
Pişi Orta Asya Türk, İdil-Ural ve Moğol mutfaklarına ait.
Tacikler hamuru süzgeçe bastırıp pişiye desen verirken Orta Asya ülkelerinde çorbayla da yeniyor.
Çok farklı isimlerle anılsa da genel ismi pişi.
Pişi Türkçe bir kelime ve pişmek fiiliyle ilgili.
Pişmek Eski Türkçedeki biş kelimesine dayandığından pişiye bir çok yörede bişi deniyor.
Çoğunlukla yuvarlak şekilde yapılsa da üçgen veya eşkenar dörtgene de rastlanıyor.
Genelde yaz mevsiminde kahvaltıda çayla peynirle yeniyor.
Akşamüstü çaylarında iyi gidiyor.
Arefe günlerinde, ölülerin yedisinde, kırkında ve seneyi devriyesinde yapılıyor.
Sıcak ve tazesi makbul ise de beklemişi bile insana lezzetli geliyor.
Zira insanın damak tadı ve lezzet hafızası çocukluğunda oluşuyor ve dünyanın en lezzetli yiyecekleri hep anne yemekleri oluyor.
Pişi yapımı kolay ve ucuz bir yiyecek.
Çocukluğumuzda annelerimiz bu nedenle bolca yedirdiğinden orta yaşlıların çoğu için pişi anne kahvaltısı ve çocukluk anıları demek.
Her ne kadar Nazan Öncel bir şarkısında;
... Misafir ol gel bana 
Börekler açarım sana
Param pulum yok ama
Kalbim vuruktur sana ...
dese de çocukluğunda bol pişi yemiş birisinin kendisini daha çok sevmesini isteyenlerin bana göre böreği değil de pişiyi tercih etmeleri daha doğru bir yol olarak gözüküyor.

14 Mayıs 2016 Cumartesi

İçli köfte


İçli köfte Türkiye'de daha çok güneydoğu anadolu bölgesine ait bir yemek olarak biliniyorsa da o aslında Suriyeli bir Arap yemeği.
Evliya Çelebi içli köfteye kubeybe denildiğini kaydetmiş.
Kubeybe Arapça topçuk demek ve top anlamındaki Arapça kubba kelimesinden geliyor.
Bizdeki kubbe kelimesinin kökeni de zaten Arapçadaki kubba.
Kubbe mimarideki yarım küre şeklindeki çatıya deniyor.
İçli köftenin Arapça ismi de kibbe.
İçli köftenin şekline bakınca iki kubbeyi alt alta yapıştırmışsınız gibi gözüküyor.
Bodrumda gümbet isimli bir semt var ve orada su sarnıçları olarak kullanılan kubbe şeklindeki yapılara gümbet deniyor.
Gümbet Muğla şivesinde Kümbetin söylenişi olsa gerek.
Kümbet ise Farsça kubbe demek.
Kümbetler Anadolu Selçukluları zamanında yapılmış anıt mezarlar ve tepeleri koni şeklinde.
Kubbe bizde en çok camilerde kullanılıyor.
İlk cami olarak bilinen Kube Mescidi Medineye yakın Kube isimli bir köyde inşa edilmiş.
Gökyüzüne gökkubbe de deniyor.
Küre yine Arapçada top anlamına gelen kurra kelimesinden.
Dünyanın küre şeklinden olsa gerek gökyüzü küre şeklinde algılanıyor.
Yahya Kemal Beyatlı "Kendi gökkubbemiz"  isimli ünlü şiir kitabında
...
artarak gönlümün aydınlığı her saniyede
bir mehabetli sabah oldu süleymaniye'de 
kendi gök kubbemiz altında bu bayram saati, ... diyerek Süleymaniye'de bayram sabahını anlatıyor.
İçli köftenin haşlanarak yapılanı daha çok bayram gibi özel günlerde tüketiliyor. 
Kızartılarak yapılanı ise biraz ağır oluyor.
Kubbeler altında sema ve semah dönen nice dervişler Kemale erince "hamdım yandım piştim" diyor.
Kubbe altındaki tüm sesler nedense hep çok içli oluyor.

Ayran


Ayran, Eski Türkçede de ayran. 
Ayırma ile ilgili.
Ayranın temeli yoğurt. 
Yoğurt Eski Türkçede de yoğurt. 
Yoğunlaşma ile ilgili.
Rivayete göre Göktürkler ekşiyen yoğurda su katarak ekşiliğini gidermeye çalışırken ayranı bulmuşlar.
Süt ürünleri çok çeşitli. 
En katı süt ürünü peynir. 
Peynir lordan parmesana kadar çeşit çeşit. 
Peynirin olgunlaştırma süresi 2 haftadan 3 yıla kadar değişiyor.
Mesela iyi bir Parmesan için bu süre 36 ay olabiliyor.
Süt uyur peynir olarak uyanırmış  diyorlar. 
Ben de sütün öğle uykusuna yoğurt diyorum.
Türkler eskiden göçermiş. 
Sütü aylarca uyutacak zamanları ve mekanları yokmuş. 
İşte bu göçerliğin Türklere peynirden önce yoğurt yaptırdığını düşünüyorum.
Göçerlik ile yerleşiklik insanlığın en önemli konularından biri. 
Göçer topluluklar adı üstünde uzun süre belli bir yerde kalamıyor. 
Türklerde ilk yerleşik hayata geçenler, şehir kuranlar Uygurlar.
Türkçedeki uygar kelimesi de bu yüzden Uygurları ifade ediyor.
Arapça kökenli medeni kelimesi de şehir anlamındaki medine kelimesinden geliyor. 
Uygarlık Uygurluluk, medeniyet ise Medinelilik oluyor.
Şehir ise Farsça kent anlamındaki şahr kelimesinden.
Kent ise Soğdca kale anlamındaki kand kelimesinden.
Fransızca bourg kale, surlarla çevrilmiş şehir anlamına geliyor.
Strazburg gibi şehir isimlerindeki burg şehir demek.
Biz bu burg kelimesini Burgazadadan biliyoruz aslında.
Burg kelimesinin bizdeki benzeri burç.
Burç Arapçada kale, hisar demek. 
Arapçaya da durak yeri, kule anlamındaki Aramice burg kelimesinden geçme.
Velhasılı burjuva şehirli, medeniyet de burjuvalılık oluyor.
Ayran dilimizde sıkça kullanılıyor. 
Mesela çabuk aşık olana ayran gönüllü, gevezeye ise ayran ağızlı deniyor. 
En kaliteli peynirler ise hep en uzun süre bekleyenlerden oluyor.
Türkler daha sonra çok sayıda yüksek medeniyetler kurdular ve çok kaliteli peynirler imal ettiler.
Ancak yoğurdu ve ayranı hiç ihmal etmediler.
Susurluk ayranı köpük köpük oluyor.
Çalkalayarak yapılana ise yayık ayranı deniyor.
Yoğurt hep göçebe, peynir hep burjuva kalıyor. 
Ayran ise her ortama çabucak ayak uyduruyor.

2 Mayıs 2016 Pazartesi

Aşçı



Aşçı
Aş Eski Türkçede yemek, özellikle sıcak ve sulu yemek anlamına geliyor.
Çı Türkçede isimden isim yapan bir yapım eki.
Aşçı yemek yapmayı meslek edinen kişilere deniyor. 
Halk ağzında yemek satılan dükkanlar için de aşçı dükkanı denildiği oluyor.
Ahçı ise aşçının yanlış yazılışı. 
Ancak yaygın olarak aşçı yerine kullanıldığından ahçı kelimesi artık bir galat-ı meşhur.
Galat-ı meşhur ise kelime veya deyimlerin yaygın olarak yanlış bir biçimde kullanılması sonucu, doğrusunun yerini almasına deniyor.
Dilimizde pek çok örneği var.
Örneğin velet çocuk, evlat çocuklar demek. 
Evlatlar ise çocuklar-lar anlamına gelen yanlış bir ifade.
Ancak yaygın olarak çocuklar anlamında kullanıldığından artık evlatlar kelimesi doğru kabul ediliyor. 
Yani herkesin doğru bildiği yanlışlara galat-ı meşhur (meşhur yanlış kelime) deniyor. 
Bence bu durum sadece kelimelerde değil hayatın her alanında yaşanıyor.
İngiltere Kralı VIII. Henry yemeğe düşkün aşırı şişman bir kralmış.
Rivayete göre VIII. Henry bir gün çorbasının içinde bir saç teli bulunca, aşçısının kellesini kestirmiş ve mutfakta çalışanların saçlarını bir şapka altında toplamalarını emretmiş. 
İşte o gündür bugündür aşçılar temizliğe büyük önem veriyor, şapkalarını beyaz ve tertemiz tutuyormuş.
Osmanlıda ise aşçılar şapka değil, külah takıyormuş.

Patlıcan


Patlıcan aynı anlamdaki Arapça bâdincân, Farsça bâdingân kelimelerinden.
Eskiden Avrupada daha çok beyaz renkli yumurtaya benzeyen küçük boy patlıcanlar bulunduğundan İngilizcede eggplant (yumurta bitkisi) deniyor.
Bizde bu tip patlıcana yumurta patlıcanı diyoruz.
Patlıcan ilk olarak milattan önce 5. yüzyılda Hindistan'da yetiştirilmiş.
Ancak eski çağlarda patlıcan yiyenin delirdiğine inanıldığından patlıcan uzun süre sadece süs bitkisi olarak kullanılmış.
Bu durum tabi ki gerçeği yansıtmıyor. 
Aksine patlıcan insan sağlığı için en faydalı sebzelerin başında geliyor. 
İçinde A, B1, B2 ve C vitaminleri, fosfor, yağ, protein ve karbonhidrat bulunuyor.
Ancak Patlıcan doğada insan dışında başka hiç bir canlı tarafından yenilmiyor.
Zira patlıcanın içinde düşük miktarda olsa nikotin bulunuyor.
Nikotin çok zehirli bir madde ve en çok tütünde bulunuyor.
Nikotin ismi ise, 1559 yılında Portekiz'den Fransa'ya tütün tohumları yollayan diplomat Jean Nicot'un soyadından geliyor.
Koyu mor renge patlıcan moru, bu renkteki iri incire patlıcan inciri deniyor.
Yerli patlıcan çeşitlerimiz kemer patlıcan, bostan patlıcan, halkapınar şeklinde sınıflandırılıyor.
Kebaplardan kazan kebabı, bostan kebabı, islim kebabı ve Tokat kebabında da patlıcan kullanılıyor.
Fotodaki yemek ise fırında patlıcan kebabı oluyor.
Patlıcanın karnı yarılıyor, eziliyor, kızartılıyor, dolduruluyor, kurutuluyor.
Ama o da boş durmayıp imamı bayıltıyor.
Ancak imamın patlıcanın lezzetinden mi yoksa fiyatının yüksekliğinden mi bayıldığı henüz tam olarak bilinmiyor.
Patlıcanın böreği, salatası, tavası, paçası, kavurması, turşusu ve dahi tatlısı, reçeli yapılıyor.
Patlıcan 16. yüzyıl Osmanlısında daha çok haşlanarak pişirilirmiş. 
Daha sonra kızartması yaygınlaşınca, bu sebepten çıkan yangınlara patlıcan yangınları denilmiş.
Patlıcana şeklinden dolayı tarla balığı, kabuğunu balık pullarına benzetecek şekilde parça parça soyarak yapılan yemeğe de yalancı balık dolması deniyor.
Seninki can da benimki patlıcan mı ? deyimi, kendi yapmak istemeğini başkasına yaptırmaya çalışan kişilere sitem olarak söyleniyor.

26 Nisan 2016 Salı

Dem


Dem, çok anlamlı bir kelime.
Soluk / nefes ve vakit / zaman anlamları Farsça dem kelimesinden.
Çaydaki dem, soluklanma ve vakit geçirme anlamlarıyla ilgili.
Demlemenin zaman alması gibi.
Kan anlamı Arapça dem kelimesinden.
Çaydaki dem, renginden dolayı kan anlamıyla ilgili. 
Tavşan kanı çay denilmesi gibi.
Dem, derin tasavvufi anlamlar da içeren bir kelime.
Ancak burada bahse konu olan dem, uhrevi değil dünyevi.
Velhasılı kan da dem, kanın vücutta devridaimini sağlayan kalbi çalıştıran nefes de dem.
Nefes ve kan hayatla, hayat da zamanla ilgili.
Dünyanın en uzun zaman yaşayan insanları Kafkasyada. 
Usta gazeteci Ertuğrul Akbay "Yaş 75 Yolun Yarısı" isimli kitabında uzun yaşamın sırlarından birinin Kafkasların çay demleme biçimi olduğunu söylüyor. 
Buna göre çayın yemekten önce içilmesi gerekiyor.
Böylece çayın içindeki tanen ve tein maddeleri sindirimi ve zararlı maddelerin ayrıştırılmasını kolaylaştırıyor.
Demliğin porselen olması şart.
Demliğin içine önce çay konuluyor. 
Çayın üzerine ise kaynayan su değil akşamdan kaynatılmış ve bekletilmiş su dökülüyor.
Sonra demlik kaynayan çaydanlığın üzerine konuluyor. 
Çay altta kaynayan suyun sıcaklığı ile yavaş yavaş demleniyor.
Çayın, çay bardağına konulmasında da bir sıra var.
Alışılanın aksine çay bardağına önce sıcak su sonra dem konuyor. 
Bu işlemlerle çayın sıcağa aniden maruz kalması ve böylece çayın içindeki yararlı maddelerin ölmesi engelleniyor.
Bu şekilde yapılan çayın rengi ve tadı gerçekten farklı oluyor. 
Yapılan araştırmalar siyah çayda, flavonoid maddesinin yüksek oranda bulunduğunu, çayın damarlardaki kan akışını destekleyerek kalp krizi riskini azalttığını ortaya koyuyor.
Uzun lafın kısası
çay içen uzun yaşıyor.

Humus


Humus
Arapça nohut anlamına gelen hummus kelimesinden.
Humus haşlanmış nohut, tahin, zeytinyağı, kimyon, limon, sarımsak ve tuz ile hazırlanıyor.
Fotodaki humusun üzerine lezzet için ayrıca kapari turşusu eklenmiş.
Nohut Antik Romadan Antik Yunana, Babilden Eyyubilere kadar bir çok toplumda sevilerek yenmiş. 
Humus kimin ? kavgası en çok Lübnan ile İsrail arasında yaşanıyor.
Hz. İbrahim'in Sara isimli eşinden doğan Hz. İshak'ın soyundan gelenlerin İsrail milletini, Hacer isimli eşinden doğan Hz. İsmail'in soyundan gelenlerin de Arap milletini oluşturduğuna inanılıyor.
Yıllardır bitmeyen kavga aslında baba bir, ana ayrı iki kardeşin kavgası.
Humusun dilimizde başka bir anlamı daha var. 
O da bitkilerin çürümesiyle oluşmuş olan organik toprak.
Toprak ise Eski Türkçe kuruyup toz haline gelmek anlamındaki topur kelimesinden.
Nohut kuru toprakta yetişebilen ve toprak açısından en kanaatkar olan bitkilerden.
Humusun Latince kökeni yine toprak anlamına gelen humus.
Latince homo, toprağa ait, humanus da insani anlamına geliyor.
İnsancıl anlamındaki hümanist kelimesi de işte böylece toprakla ilgili oluyor .
Müslümanlar "topraktan geldik toprağa gideceğiz" diye inanıyor.
Hristiyanlar "toprak toprağa, toz toza .." diyor.
Yahudiler de ilk insan Hz. Adem'in topraktan yaratıldığına inanıyor..
Başlangıçta bir toz bulutu olan evren
Topraktan yaratılan insan
Toprağın ne cinsiyeti var ne milliyeti
Belki de bu yüzden 
Humusu çok seviyor
Her insan.

24 Nisan 2016 Pazar

Semaver



Semaver
Rusça kendi kendine kaynayan anlamına gelen samovar kelimesinden.
İngilizcesi de, Fransızcası da Rusçadan samovar. 
Ruslar da bizim gibi çaya Çincenin mandarin lehçesindeki ça kelimesinden dolayı chay diyor.
Semaveri ise Ruslar icat ediyor.
Kahve tiryakisi olan Osmanlıda ilk kez II. Abdühamidin emri ile çay üzerine araştırmalar yapılıyor, raporlar hazırlanıyor. 
Çay Bursada yetiştirilmeye çalışılsa da iklim nedeniyle başarıya ulaşılamıyor.
Halkalı Ziraat Okulu mühendislerinden Ali Rıza Erten Batum ve Kafkasya’daki incelemeleri sonunda hazırladığı raporla çayın Doğu Karadeniz’de yetiştirilebileceğini hükümete 1917 yılında bildiriyor. 
Ancak Doğu Karadenizde çayın üretimi Cumhuriyetle gerçekleşiyor.
Semaverin otantiğinin içinde kömür yanıyor iken, modern olanları elektrikle çalışıyor.
Elektrikli ilk çaydanlığı ise Arthur Langer 1923'te icat ediyor.
Savaşlardan fakir düşen halk kahveyi kolayca satın alamadığından genç Cumhuriyetin ilk işlerinden biri çay üretmek oluyor.
Doğu Karadenizin kaderi 1924 yılında çıkartılan Çay Kanunu ile değişiyor.
Osmanlıda kahve tiryakisi olan halk Cumhuriyette çay tiryakisi oluyor.
Semaver, Sait Faik Abasıyanık'ın Nisan 1936'da yayınlanan ilk öykü kitabının ismi aynı zamanda. 
Sait Faik öykü kitabına adını verdiği semaver öyküsünde fabrika işçisi Alinin hayatını anlatıyor.
Hikayede semaver ne güzel kaynıyor. 
İşçi Ali semaveri, içinde ne ıstırap, ne grev, ne de kaza olan bir fabrikaya benzetiyor.
Sait Faik semaver öyküsünde insan sevgisini, insanların iyiliklerini ve fakir insanların mutluluğunu anlatıyor.
Sait Faik'in yaşadığı ev bugün Burgazada'da müzeye dönüştürülmüş durumda.
Vakit bulup Burgazada'ya Sait Faik'i ziyarete gitmek ve ada vapurunda demli bir çay içmek keyifli oluyor.

22 Nisan 2016 Cuma

Hamsi



Hamsi
Yunanca Karadenize özgü bir balık "xampsi" kelimesinden geldiği yazılı ise de Arapça 50 demek olan hamsin kelimesinden geldiğini ileri sürenler de var.
Halk takvimine göre 90 gün süren kış döneminin ilk 40 gününe Arapça 40 demek olan erbain, sonraki 50 gününe de 50 demek olan hamsin denir.
İşte kışın en soğuk günlerinden olan hamsin dönemi aynı zamanda hamsi zamanıdır. 
Bu dönemde hamsinin seller gibi ağlara aktığı söylenir.
Balıkçılar hamsi zamanı dualar okuyarak, kurbanlar keserek denize açılırmış.
Evliya Çelebi seyahatnamesinde Trabzon'da tekneler limana geri geldiğinde bir boru ile etrafa haber verildiğini, boru sesini duyan cami cemaatinin "Namaz bulunur amma hamsi bulunmaz" diyerek camiden çıktıklarını yazar.
Karadenizli hamsiyi zaten balık olarak da görmez. Balık ayrı hamsi ayrı bir şeydir Karadenizli için.
Kanuni Sultan Süleyman Trabzonda doğup, şehzadeliğini Trabzonda geçirdiğinden olsa gerek kılıcının kabzasında hamsi motifi bulunur.
Hamsinin baklavası, böreği, pilakisi, çorbası, kebabı, yahnisi, tavası, pilavı, salatası, köftesi, pidesi, salamurası velhasılı envai çeşidi yapılır.
1970 li yıllarda o kadar çok avlanmış ki fazlası tarlalarda gübre olarak kullanılmış.
Hamsi sadece Karadenizde yaşamaz, Marmara ve Akdenizde de bulunur.
Hamsinin İngilizcesi anchovy, Fransızcası anchois, İspanyolcası anchous.
Osmanlı'da konserve hamsi 19. yüzyılda Avrupadan küçük kavanozlar şeklinde ithal edilmiş. 
Bu konserveler Akdenizin iri hamsileriyle yapıldığından konservelerdeki balıkların hamsi olduğunu bizimkiler anlamamış. 
Konserveler üzerinde hamsinin Fransızca ismi olan anchois ve İspanyolca ismi olan anchous yazdığından bizimkilerde bunlara ançuviz, ençüye, inçiye vs demişler. 
Zamanla bu ifade ançüez olarak netleşmiş.
İşte ogündür bugündür bizde ançuez hamsiyi değil, yağlı ve tuzlu hamsi, sardalya, tirsi ezmesini ifade eder.

Yumurta


Yumurta 
Eski Türkçede top şekline getirmek anlamındaki yumur kelimesinden.
Yumur kelimesinin kökü yum.
Yum da top yapmak anlamında.
Yumru, yumruk, yumurcak, yumuk, yumak vs hepsi bu kökten.
Osmanlıda ise renginden dolayı beyza denilmiş ve haşlanmışı pazarlarda çift çift satılmış.
Dışı kalsiyum, içi ise en kaliteli, en ucuz protein kaynağı.
Bundan dolayı öğrencinin, fukaranın baş yemeği.
Hristiyanların paskalya kutlamalarının renkli sembolü.
Eski İstanbul kabadayılarının ayakkabı topuğu.
Mimar Sinanın inşaat harcı.
Osmanlı Saray Mutfağına seçilecek aşçının en zor sorusu.
Hayat, doğum, ölüm gibi bir çok zor konu için muazzam bir metafor.
Cıvık, çiğ, rafadan, kayısı, katı, lop
Sanırsın insanlar tanımlanıyor.
Tavuk, kaz, ördek, bıldırcın  farketmez.
Ancak bazı insanlar yumurta kapıya gelmeden hareket etmez.
Bezesi, krem karameli, merengi tadından yemez.
Yumurtası değilse de her kuşun eti yenmez.

Plastik Şişe Su



Plastik şişede su.
Plastik, Fransızca kalıplı, biçimlendirilmiş anlamındaki  plastique kelimesinden.
Fransızcaya da eski Yunancadaki plastikós kelimesinden geçmiş.
Plastik sanatlar kelimesindeki plastik bu anlama geliyor.
Sentetik polimer şeklindeki ikinci anlamı ise 1940'larda geliyor.
Şişe ise Farsça cam demek olan şişe kelimesinden.
Şişenin cam anlamı zamanla camdan yapılma su kabına dönüşmüş.
Plastik şişe ise ne hazin bir söz.
Plastiğin camın yerini alması ve hepimizi zehirlemesi yetmezmiş gibi şişedeki cam anlamını bile yok etmiş olması gerçekten trajik.
Bir ara içi cam, dışı plastik bir ürün geliştirmişlerdi. 
Ancak yaygınlaşamadı.
Kâr hırsı sürekli tüketim istiyor.
Tüketilen ise dünyamız ve hayatlarımız oluyor. 
Dayanıklı, sağlıklı, temiz ve doğal hiç bir şey kâr hırsının karşısında tutunamıyor. 
Ya da o hırsı tatmin edebilmek için çok pahalı oluyor ve kitlelere ulaşamıyor.
Lokantada, sokakta, evde her yerde plastik şişeden su içmek zorundayız artık.
Ne ecdadımızın yadigarı çeşmelere sahip çıkmayı ne de çeşmelerden su içmeyi becerebildik.
Suyuna bile sahip çıkamayan torunların halen dedelerinin eserleri ile böbürlenmesi ise komik kaçıyor.
Biz ne zaman kaybettik suyumuzu ?
Ya da ne zaman unuttuk susuzluğumuzu ?
Ankarada ve civar ilçelerde 1871 ila 1874 yılları arasında büyük bir kuraklık yaşanıyor. 
Ankaradan İstanbula yardım için çekilen telgrafta Ankara ve civar ilçelerde her gün 2.000 kişinin susuzluktan öldüğü ve yardım beklendiği bildiriliyor. Sadece bir ilçede susuzluktan ölen kişi sayısı 20000 e ulaşıyor.
Halen çeşmelerden, derelerden su içebilenler, suyunuzun kıymetini bilin.
Evde, işyerinde kızartma yağını lavaboya, tuvalete dökmeyin. 
Suyu koruyan kollayan herkes su gibi aziz olsun.
Bu yazı biraz agrasif oldu.
Ama olsun.

Limon


Limon
Arapça aynı anlama gelen "limun" kelimesinden.
Bugünkü türdeki limon Avrupaya Arap ülkelerinden getirildiğinden çoğu Avrupa dilinde limon Arapça kökenli.
İngilizce lemon, İspanyolca limon, İtalyanca limone ... gibi.
Limonata limondan yapılıyor.
Limonatanın ilk izlerine ise 14. yüzyılda Mısırda rastlanıyor. 
O zamanlarda limonatada şeker yerine bal kullanılıyor. 
Limonatanın günümüzdeki hali ise orta çağ Yahudi mutfağına dayanıyormuş.
Limon Kristof Kolomb ile  Amerikaya ulaşıyor.
Amerikada çocukların ilk para kazanma deneyimi için limonata standı açması bir klasik. 
Bu işin bizdeki muadili ise pazarda su satmak. 
Bana göre limonatanın bizde halkla buluşması daha çok ortadirek düğünleri ile 80'li yılların doğum günlerinde oluyor.
"Hayat sana limon verdiğinde limonata yap" şeklinde dünyaca ünlü bir söz var.
Facebooktaki anlamlı söz paylaşma furyası nedeniyle bizde de çok bilinir oldu.
Limon ekşi, limonata tatlı ilişkisinden yola çıkan, iyimserlik ve olumlu teşvik içeren bu ifadenin kökeni Hristiyan anarşist yazar Elbert Hubbard'ın cüce aktör Marshall P. Wilder için yazdığı bir övgü yazısı. 
Bu ifade onun cüceliğinin büyük bir aktör oluşuna engel olamamasına vurgu yapıyor.
Limonun yüksek C vitamini içerdiği biliniyor. 
Pek bilinmeyen ise C vitamininin kanser düşmanı, şekerin ise kanser dostu oluşu.
Bu nedenle sabahları şekersiz limonlu su içmek sağlığa çok faydalı deniyor.
Cumhuriyetin ilk pastanesi ve bir dönem edebiyatçılarının buluşma yeri Kadıköy Baylan pastanesinde bir dilim limonlu pasta yemek fizik sağlınıza değilse de ruh sağlığınıza çok iyi geliyor.
Limonataya ferahlık, tat ve renk vermesi için nane, zencefil, portakal veya çilek suyu eklendiği de oluyor.
İnsan bazen limon gibi sıkılabiliyor. 
Onun dahi suyu çıkabiliyor.

Kuşkonmaz




Kuşkonmaz
Kuş Eski Türkçede de kuş, konmak Eski Türkçede de kon.
Kuşkonmaz hem sebze hem de süs olarak kullanılan bitkilerin adı.
Tül kuşkonmaz tül gibi ince geniş yapraklı saksı bitkisi. 
Buket yaparken sıkça kullanılıyor.
Sebze kuşkonmaz ise antik Yunandan beri Avrupada yeniyor. 
Üsküdar sahilde Şemsi Ahmet Paşa Camii var. 
Halk bu camiye Kuşkonmaz Camii diyor. 
Rivayete göre vezir Şemsi Paşa, Mimar Sinan’dan kendi adına bir cami yapmasını ancak kuşların camiye konmamasını ve böylece camiyi pisletmemelerini istemiş. 
Bunun üzerine Mimar Sinan'da bu kuşkonmaz camiyi inşa ediyor.
Deha Mimar Sinan, camiyi boğazın sert rüzgarlarının kesiştiği noktalarından birine yapıyor ve bu rüzgarları kullanarak minarenin kuşları rahatsız edecek bir ses çıkarmasını sağlıyor. 
Kuşlar hem sert rüzgarlar hem de ses nedeniyle bu camiye konmuyor veya konsa bile çok süre kalamıyor ve camiyi pisletmiyor.
Bu hikaye belki gerçek, belki asparagas. 
Kuşkonmazın ise İngilizcesi asparagas.
Asparagas basında uydurma haber için kullanılan bir terim.
Bu kelimenin aslı ise az-para-gas mış.
Terimin ortaya çıkışı ilginç. 
14 Nisan 1963 tarihli Hürriyet gazetesi manşetinde "Amerikalı kız, Türk sevgilisiyle bir gecekonduda yaşıyor” yazıyor.
Haberi yapan muhabirler bu haber için büyük para ödülü alıyor.
Ancak iki gün sonra haberin uydurma olduğunu başka bir gazete ortaya çıkarınca muhabirler işten atılıyor.
Habere göre Amerikalı bir sanayicinin kızı tanıştığı Türk gencine sırılsıklam âşık olmuş. 
Bebek sırtlarında bir kulübede yaşıyorlar ve kulübenin kapısında "azparagas" yazıyor. 
Gençler kapıya bizde para az gas /gaz alamıyoruz anlamında azparagas yazmışlar.
Velhasılı ilk uydurma haber olan bu haber, gazetecilik literatürüne asparagas terimini hediye etmiş.
İngilizcesi asparagas olan Kuşkonmaz gaz yapmasa da bazen idrarda az kokuya sebep olabiliyormuş.
Hikayeler bir yana kuşkonmaz sağlığa çok faydalı. Avrupalılar antik Yunandan beri yiyor, varın gerisini siz düşünün..

Kabak



Kabak
Eski Türkçe su ve tahıl kabı anlamındaki kap kelimesinden.
Eski Türklerde kap aynı zamanda bir tahıl ve sıvı ölçeği.
Bu kabak Su kabağı olsa gerek. 
Su kabağı içi boşaltılarak su doldurmak için kullanıldığından bu ismi almış. 
İngilizce cup kelimesi kupa, bardak anlamına geliyor ve İngiliz yemek tariflerinde ölçü olarak sıkça kullanılıyor.
Bizdeki tariflerde de "bir su bardağı su" gibi kullanım yaygın.
Bu İngilizce cup ile Türkçe kap aynı şey mi ? 
Bilen varsa beri gelsin.
Bir ölçü birimi olarak küp de var.
Küpünü doldurmak da var. 
Küpünü dolduramayanların bir avuç ekmeğe muhtaç olması da var. 
Bir topan ekmeğe muhtaç olmak da derler. 
Topan yuvarlak, küre anlamında.
Su kabağı, kap, avuç, küp, cup vs hep bunlar küreye benzer biçimler.
Dünya, tüm yıldız ve gezegenler de hep küreye benzer ve bunlar sürekli semada döner.
Belki de bu yüzden Mevleviler sema, Aleviler semah döner.
Eski Türkler su kabağını baştan aşağı ikiye bölmüş, üzerine deri germiş, sap ilave etmiş ve teller ekleyerek şimdiki sazın atası olan kopuzu icat etmiş. 
Eski Türklerde kopuz kutsal sayılırmış. 
Kutlu maddelerden yapılan sazların kutlu sesleri olduğuna inanılırmış.
Saz belki de bu yüzden hep kabına, ele avuca sığmamış..
Umalım kelimelerimiz kabak tadı vermemiş olsun.

Börülce


Börülce
Eski Türkçe böbrek anlamına gelen böğür kelimesinden.
Börülce taneleri böbreğe benziyor gerçekten.
Börülce tohumlarının meyveye bağlandığı yerde renkli bir halka oluyor. 
Bu nedenle karnıkara da diyorlar.
Yörsel isimleri de çok farklı. loğlaz, finik fasülye, novuk ...
Tazesi de yeniyor kurusu da.
Egeliler bir ayrı seviyor.
Bir de deniz börülcesi var. 
Bu bitki ıspanakgillerden, börülce ise baklagillerden.
Deniz börülcesi, deniz kıyılarında gel git olan yerlerde sular çekildikten sonra yetişen bir bitki.
Bitkiler arasında tuza en dayanıklı olanı.
Deniz tuzundan beslendiğinden sayısız mineral içeriyor ve sağlığa çok faydalı. 
Hatta bu mineral içeriğinden dolayı sabun ve cam imalatında bile kullanılıyor.
Bazı sebze, meyvelerin bazı organlara benzemesinden yola çıkarak o organa faydasından söz edilir hep. 
Örneğin ceviz beyine benziyor ve cevizdeki omega 3 beyine faydalı gibi.
Böbrekler vücuttaki üre başta olmak üzere diğer atıkları süzer ve idrar olarak dışarı atar. 
Deniz börülcesinin diüretik yani idrar söktürücü etkisi var. 
Deniz börülcesi, börülce gibi şekil olarak böbreğe benzemese de içeriği itibariyle yine böbrekle ilgili.
Tekirdağ yöresine ait "Bahçalarda börülce, oynar gelin görümce... " diye başlayan bir türkümüz var.
Türkü çok hareketli ve nakaratı tam böbrek taşı düşürtecek nitelikte;
Hiş mori ye le lelli yar nina nininam
Çık mori ye le lelli yar nina nininam


20 Nisan 2016 Çarşamba

Profiterol



Profiterol
Arnavut Lucas Zigoridis  Beyoğlu'nda "Cercle d’Orient" isimli binanın daha önce Atatürk'ün gömlekçisinin faaliyet gösterdiği 124 numaralı dükkanında 1944'te İnci Pastanesini açar.
Lucas yıllar sonra verdiği bir röportajda tatlının kendi icadı olduğunu ve ismini de kendisinin koyduğunu söyler. 
Türk tipi profiterolun kısa hikayesi bu.
Lucas neden bu isimli bir tatlı yaptı ?
Tatlının Fransız olmasının bir nedeni olmalı.
Fransız hayranlığı ve etkisi çoğu kişinin sandığının aksine Cumhuriyetten evvel Osmanlıya ait.
Bu hayranlığın temelinde Fransız askeri gücünün o tarihlerdeki büyüklüğü ve Osmanlı bürokratlarının çoğunluğunun Fransız kadınlarla evli oluşu yatıyor. 
Nizamı Cedid isimli yeni ordunun kuruluşunda olsun, Meşrutiyete geçişte olsun tüm Osmanlı batılılaşma hareketlerinde Fransız etkisi var. 
Meraklıları Galatasaray Lisesi tarihine göz atarlarsa bunu görebilirler.
Cumhuriyet bir Fransız yönetim biçimi olduğundan bu etki Osmanlı sonrasında artarak devam etti.
Anlaşılan zeki pastacı Lucas bu konjonktürü iyi yakalamış ve tatlısına profiterol deyivermiş.
Tabi Lucas bu tatlıyı ve ismini de ben icat ettim dese de işin aslı öyle değil.
Amerikada 1850 lerden bu yana cream puff, Fransada 1500 lerden bu yana choux pastry, choux à la crème vs vs var. 
Bu ismin anlamının küçük karlı rulolar olduğu da yazılmış. 
Velhasılı bu tatlının Fransız olduğu belli.
Ancak Lucas şu konuda haklı.
Profiterolun İnci Pastanesinde yapılan biçimi ve tadı Lucasa özel. 
O tadı başka hiçbir yerde bulamazsınız.
İnci pastanesi 68 yıl sonra kar hırsı nedeniyle tarihi mekanından tahliye edildi.
Ancak İnci Pastanesi Arnavut inadını göstermiş ve polis zoruyla gözaltılarla tahliye edilebilmiş.
İnci Pastanesine küçük bir yer ayıramayan, onu tarihimizin ve kültürümüzün bir parçası olarak göremeyen, emek düşmanı bu kar hırsıyla sonunda tarihin çöplüğüne atılacak olan bu anlayışın sahiplerinin küçük karlı, tatlı topların lezzetini ve pastacı Lucasın yarattığı Beyoğlu neşesini hiç bir zaman anlayamayacağını, tadamayacağını ve bunu neden anlayamadığını dahi bilemeyeceğini bilmek insana tatlı bir huzur veriyor.
İnci Pastanesi Beyoğlu Mis sokağa taşındı ve halen yaşıyor. 

Karides


Karides ve Hakuna Matata..
Yunanca karida küçük deniz kabuklusu anlamına geliyor.
Karides ise karida kelimesinin çoğulu.
Karidesler derken aslında karida-lar-lar diyormuşuz.
Tatlısu karidesleri akvaryumlarda kullanılıyor. Kiraz karides gibi.
Mutfakta kullanılan karidesler ise denizden çıkıyor ve ortalama dört boy.
Mini (çimçim), küçük, orta ve büyük (jumbo) karides.
Çimçim karides, karidesin yavru hali, bir nevi kuzusu. 
Çim eski Türkçe yaş, nem anlamındaki çi, çiy kelimelerine dayanıyor. 
Ancak çimin minik, küçük, yavru gibi bir anlama geldiğine rastlayamadım.
Gerçi TDK sözlüğünde çimçim için ilk anlam olarak isteksiz ikinci anlam olarak karides yazılmış ise de bu açıklamalar beni tatmin etmedi.
Aklıma seksenli yıllarda Milliyet Çocuk Dergisinde yayınlanan çizgi roman karakteri küçük kız Cimcime  geldi.
TDK sözlüğünde cimcime için ufak tefek denilmiş.
Benim vardığım sonuç çimçim karidesin aslında cimcime bir karides olduğu.
Gelelim jumboya. 
Jumbo İngilizce bir sözcük.
Jumbo çöp poşetinden Uçağa bir çok yerde büyük boy, battal boy anlamında kullanılıyor.
İngilizcede zaten aynı anlamda.
Aslında Jumbo 1865 yılında Londra Hayvanat bahçesinde bir gösteride kullanılan ve daha sonra Barnum sirkine satılan büyük bir Afrika filinin ismi.
Bu isim Svahili dilinde şef, reis anlamına geliyor.
Yani Jumbonun İngiliz dili ile pek bir alakası yok.
Svahili veya asıl adıyla Kiswahili Tanzanya, Kenya ve Uganda gibi birçok doğu Afrika ülkesinin resmi dili.
Bu dilden dünyaca meşhur olan bir kelime, deyim yada felsefe daha var.
Hakuna Matata. 
Svahili dilinde hiç üzülme, hiç sorun yok, takma kafana anlamına geliyor ve dünya turizm sektöründe çokça kullanılıyor. 
Hatta tişörtlere bile çokça yazılıyor. 
Bu deyim doğu Afrika halklarının günlük dilinde  kullanılıyor ve dünyaca tanınması ise Tanrılar Çıldırmış Olmalı ve Aslan Kral filimleri sayesinde.
Aslan Kral filminde yavru aslan Simba'ya üzüntülü geçmişini unutması için söylenen şarkıydı hakuna matata.
Ya yavru karideslere söylecek bir şarkımız var mı ?

Havuç



Havuç
Farsça aynı anlamdaki havic kelimesinden.
Havuç bana tavşanları hatırlatıyor.
Büyük ihtimal size de.
Bunun sebebi çocukluğumuzda sürekli havuç yiyen Bugs Bunny tavşanının çizgi filmini izlememizmiş.
Ancak tavşanların havuç yediği doğru ise de en çok havucu sevdikleri yanlışmış.
Havucun bir akrabası var.
Behmen de denilen Yabani havuç.
Behmen İranda bir şehir.
Yabani havuç daha küçük, açık renkli ve tadı kuvvetli.
Yabani havucun kızılbehmen ve akbehmen denilen çiçekleri  kurutulur ve çay olarak içilirmiş. 
Ancak çayın tıbben bir faydası henüz ispatlanamamış.
Yabani havucun İngilizce ismi Queen Anne’s Lace (Kraliçe Anne'nin Danteli)
Kraliçe Anne (Anne Boleyn) VIII. Henry'nin eşi ve I. Elizabet'in annesi.
VIII. Henry evli iken Anne Boleyn ile ilişki kurar ve kadın hamile kalır.
Katolik nikahında boşanma olmadığından Kral Henry yeni bir kilise olan İngiliz (Anglikan) Kilisesini kurar. Katoliklikten çıkar ve başına kendi geçer.
Böylece boşanıp Anne Boleyn ile evlenir.
Ancak Anne Boleyn kız (I. Elizabet) doğurur.
Kral erkek çocuk ister ancak Anne sürekli düşük yapar ve çocuk doğuramaz.
Herhalde yabani havuç tohumunun gebeliği önlemesi ve bitkinin beyaz çiçeklerinin dantele benzemesi nedeniyle bu havuca İngilizcede Kraliçe Anne'nin Danteli deniyor 
Belki de Kraliçe Anne'nin sürekli düşük yapmasına onu sevmeyenlerin kendisine gizlice yabani havuç tohumu yedirmeleri sebep olmuş olabilir. 
Kim bilir ?
VIII. Henry Kraliçe Anne'yi zina ve ensestle suçlayarak Londra'da kafasını kestirir.
Katolik kilisenin karşısına yepyeni bir kilise diken, İngiltere'nin başına erkek kral değilde bir kadın kraliçe geçiren tohum, VIII. Henry'nin değil bir yabani havucun tohumu.
Havuç sopa yöntemi diye İngilizce bir deyim var. 
İyi davranış ödüllendirilir, kötü davranış cezalandırılır anlamına geliyor.
Talihsiz Kraliçe Anne ise hem havucu hem de sopayı yemiş...

Tekir



Tekir
Kedi ve balığın isminin aynı olması ilginç.
Balık mı kediye, kedi mi balığa ismini veriyor ?
Tekir Yunanca kaplan, benekli yada çizgili kedi anlamındaki tigris kelimesinden.
Kaplan anlamındaki İngilizce tiger, Fransızca tigre hep bu tekire dayanıyor.
Tekirdağ ise Trakyada bir şehir.
Tekirdağın önceki ismi Tekfur dağı.
Tekfur Osmanlıların Hristiyan hükümdarlara verdikleri isim.
Bu kelime Ermenice taç taşıyan anlamındaki takovar kelimesinden.
Osmanlıda tekir balığının ismi de tekfur balığı.
Barbunya ile tekir aynı aileye mensup farklı balıklar. 
Renkleri birbirine benzediğinden karıştırılıyor.
Acaba renk ortak bir özellik mi bu kral, kedi ve balık üçgeninde ?
İstanbulda Tekfur sarayı isimli bir saray var. 
Bu saray Blachemae isimli saray kompleksi içindeki bir yapı. 
Bizans imparatorluğu bu saraydan yönetilmiş.
Tekfur sarayına Porphyrogenitos deniyor. 
Bu kelime mor yada porfir rengine doğmuş demek.
Mor kraliyet rengi. 
Porfir ise Mısır'dan çıkan ve Bizans saraylarının yapımında kullanılan kırmızımtırak bir taş. 
Tekfur sarayında da bu taş kullanılmış.
Velhasılı tekfur ve tekir hep bu porfir taşının rengiyle ve Bizansla ilişkili gözüküyor.
belki de bu yüzden İstanbulda erguvan ağaçları bu kadar çok
belki de bu yüzden İstanbulun rengi hep erguvan.
belki de ormanların kralı aslan değil
kaplan

Kestane Mantarı Sotesi


Kestane mantarı sotesi
Mantar konusu çok ciddi. Mantar bir konu değil açıkçası.
Bu nedenle bu konuya daha sonra değineceğim.
Konumuz sote.
Sote Fransızca sıçratmak, zıplatmak anlamındaki sauter kelimesinden geliyor.
Sote etmek bir pişirme biçimi. Kızgın tavada ve harlı ateşte altüst ederek kızartmak anlamında.
Kızartma sırasında kelimenin Fransızca anlamına uygun bir işlem yapılıyor.
Soteye yatmak diye yanlış kullanılan bir argo deyim var. Ancak bunun pişirmeyle bir ilgisi yok.
Bunun doğrusu Sotaya yatmak. 
Sota İtalyanca aşağı, alt anlamındaki sotto kelimesinden.
Bizdeki anlamı uygun bir yerde kendini gizlemek. 
İtalyanca anlamından yola çıkarsak aşağıya yatmak yani bir anlamda gizlenmek demek.
Sotaya çekmek, sota yer, gibi farklı kullanımları da var.
Sote etmek ile normal kızartma arasındaki fark; 
sote edilecek ürünlerin normal kızartmaya dayanamayacak türden olması.
Zira sote etmenin temel özelliği az yağ kullanılması.
Mantar, balık, sebze ve tavuk gibi ürünler az yağla alt üst ederek kızartmaya yani sote etmeye uygun ürünler.
Soteniz bol Sotanız az olsun ...


Yengeç


Yengeç
Yengeç kelimesi Eski Türkçe kökenli. 
Kabuklu su hayvanı anlamına geliyor.
Yan Eski Türkçede geri gelmek demek. 
Yankı da bu kökten. 
Yan kelimesine geç ekleniyor ve yangeç oluyor.
Zaten yengeçler de yan yan yürümeleriyle meşhur.
Türkler su ürünlerini bilmez gibi yanlış bir algı var.
Oğuzların Çepni boyunun tamgası yengeç.
Türk kozmolojisinde yengeç burcu bile var.
Türkiye, Azerbeycan ve Türkmenistanda yaşayan Türkler Oğuz ve dilleri bir.
Türkler Anadoluya yani Ruma (Romaya) gelmeden önce Hazar Denizi, Sarıkamış gölü kıyılarında ve maveraünnehir bölgelerinde yaşarlardı. 
Nitekim bu bölgeler halen Türkmenistan devletinin egemenliğinde.
Yengeç illaki Akdenizde olacak diye bir şey yok. 
Hazar var, Göl var, nehir var.
Velhasılı Türkler yengeçi Akdenize gelmeden önce de bilirlerdi.




Çay


Çay
Çay binlerce yıl önce Çin'de bulunmuş. 
Çincede iki lehçe var. 
Çayın Mandarin lehçesindeki adı ç'a.
Amoy lehçesindeki adı t'e.
Doğu toplumları ç'a kökenli kelimeler kullanıyor. 
Rusça (çai), Farsça (ça), Arapça (şay), Hintçe (çay), Japonca (cha) ve Türkçe (çay).
Batı toplumları ise t'e kökenli kelimeleri kullanıyor.
İngilizce (tea), Fransızca (the), İspanyolca (te) ve Almanca (tee).
Şimdilerde söylenişi çaytilatte olan bir içecek meşhur oldu piyasada.
Uluslararası büyük bir kahve firmasının ürünü. 
Buradaki latte süt oluyor.
Doğu ülke dükkanlarında çay-latte, batı ülke dükkanlarında tea-latte diye satmak yerine bir taşla iki kuş vurmak misali çay-tea-latte deyivermişler tahminim. (Diğer ülkelerde de bu isimle mi tam bilemiyorum sadece tahmin ediyorum.)
Ancak sütlü çay dese bu havayı ve satışı bizde yakalayamayacağı kesin.
Adamlar akıllı, işi biliyor.
Çay senin, süt senin, dükkan senin, eleman senin, müşteri senin, para senin ama işin kazancı adamın.
Hakkı mı? 
Hakkı bence.
Ne de olsa çaytilatte :)


Torik


Torik
Tezgahta yan yana torikleri görünce aklıma retorik kelimesi geldi :)
Re İngilizce yeniden anlamında. Torik ise Yunanca palamudun büyüğü anlamındaki tarixi kelimesinden.
Retorik ise Fransızca kökenli ve güzel konuşma anlamına geliyor.
Velhasılı retorik ile torik arasında hiç bir bağ bulunmuyor :)
Palamut, bir yaşından küçük ton balığı anlamındaki Yunanca palamudi kelimesinden.
Ton, orkinos balığı anlamındaki Fransızca thon kelimesinden.
Orkinos, ton balığı ve torik anlamına gelen Yunanca orkinos kelimesinden.
Kelimelerden gidince işler biraz karışıyor.
Balıkçılık açısından yaklaşalım.
Orkinos ile Ton balığı aynı şey ancak Palamut bunların akrabası.
Bu balıkların bulunduğu sülalenin ismi ise Scombridae (uskumrugiller).
Palamut bu sülalenin üyelerinden birisi ancak yazılı orkinos ve orkinoslara palamut, palamutlara da orkinos denildiği çok oluyormuş.
Bu balıkçılık işlerinde yalan dolan çok olduğundan basit bir karıştırma olmayabilir.
Neyse palamut da lüfer gibi boylarına göre farklı isimler alıyor.
15 cm.ye kadar palamut vonozu, 15-28 cm arası çingenepalamudu, 28-40 cm arası palamut, 40-45 cm arası kestane palamudu, 45-50 cm arası zindandelen, 50- 60 cm arası torik, 60-65 cm arası sivri, 65-70 cm arası altıparmak ve 70 cm.nin üstüne peçuta deniyormuş.


Kapris Salata


Kapris salata
İsmi kaprisli bir salata yada kaprisliler için hazırlanmış bir salata anlamını çağrıştırıyor ise de salatanın Fransızca kökenli sorumsuz davranış ve fantezi anlamındaki kaprisle bir ilgisi yok.
Capri İtalya'nın meşhur bir adası ve salatanın ismi de bu adadan geliyor.
Klasik kapris salatası bufalo mozerella, domates, fesleğen, zeytinyağı ve tuzdan oluşuyor.
Fotodaki sık kullanılan bir varyasyonu: altında yeşillik üzerinde balzamik ve pesto sos bulunuyor.
Kapris salata İtalyan bayrağındaki kırmızı, beyaz ve yeşili içerdiğinden milli bir salata.
Capri isminin kökeninin antik Yunancadaki yaban domuzu anlamındaki kapros mu yoksa Latincedeki keçi anlamındaki capreae mi olduğu hususu tartışılsa da Romalılar bu adaya keçi ada dediklerinden ve adanın coğrafi yapısı dik kayalıklar içerdiğinden bence keçi anlamı daha doğru gözüküyor.
Nitekim Fransızca kapris kelimesi de yine Latincedeki keçiye dayanıyor. Keçinin inadı malum, kaprisli insanların tutumları da ortada.
Velhasılı bu salata keçi adası anlamında ve İtalyan bayrağı renklerinde inatçı ve milliyetçi bir salata.





Tavuklu Sezar Salata


Tavuklu sezar salata
Tavuk ve salataya daha önce değindiğimden bu foto konumuz sezar.
Sezar ismi bu salatayı yaratan  İtalyan asıllı Amerikalı lokantacı, otelci ve şef Cesare (Sezar) Cardini'nin isminden geliyor. 
Yani salatanın isminin Roma İmparatoru Jül Sezarla ilgisi yok.
Bu salatanın anavatanı ise Meksikanın Tijuana şehri sayılıyor. Çünkü şef Sezar bu salatayı ilk kez Amerikadaki içki yasakları nedeniyle Tijuana'da açtığı Hotel Sezar'da yapıyor. Amerikalılar sınırı geçip bu hotelde rahat rahat içki içiyorlarmış. 
Bizde de 4. Murat'ın içki yasaklarında Bozacılar alkollü Tatar bozası sattığından millet bozacılardan çıkmazmış. 
Neyse Hotel Sezar'da 1924 yılında 4 Temmuz bağımsızlık günü kutlamalarında çok müşteri gelince eldeki kalan malzemelerle yeni bir şey üretmek zorunda kalan şef Sezar işte bu salatayı orada icat edivermiş.
Ancak sezar salatanın asıl ünlenmesi askerden dönen kardesi Alex sayesinde olmuş. Alex bu salataya ançuez (sardalya) katmış ve geliştirmiş. Salatanın ünü ondan sonra dünyaya yayılmış.
Velhasılı Alex büyük bir iş yapmış ama yine de Sezarın hakkı Sezara..


13 Nisan 2016 Çarşamba

Hıyar



Hıyar
Farsça xiyar kelimesinden salatalık anlamında dilimize geçme. Kabakgillerden olan bu meyvenin anayurdu kuzey Hindistan.
Salatalık kelimesindeki lık eki isimden isim yapma eki.
Salata ise Venedikçe aynı anlamdaki salata kelimesinden. Salatanın kökeni de Latince tuzlamak anlamındaki salare kelimesinden. 
Salamura, salam, salça hep bu tuzlamayla ilgili.
Tuz mikropları öldürdüğü için olsa gerek salata batıda tuzla ilgili. 
Hıyarı tuzlayarak yemek belki de bundan dolayı, kim bilir?
Osmanlı mutfağında bolca sirke kullanılması da bunula ilgili olabilir. Zira sirke de iyi bir mikrop öldürücü.
Laf salatası yapan hıyarların ağızlarına tuz veya sirke değil de acı biber sürülmesi ise bir başka gelenek.

Ispanak



Ispanak
Farsça ispanac kelimesinden dilimize geçme. 
Avrupa dillerine de Farsçadan geçiyor. Örneğin Latince spinacia, İngilizcede spinach, İtalyanca spinaci, İspanyolca espinacas.
Asyanın orta ve güneybatısında yetişen ıspanak Araplar üzerinden Avrupaya ilk olarak İspanyadan ulaşıyor. 
Bu nedenle Ispanak kelimesi batı dillerinde İspanyol bitkisi anlamına geliyor.
İspanyanın anlamı konusunda pek çok tartışma var ise de genel eğilim Pönce tavşanlar sahili anlamındaki hispania kelimesine dayandığı yönünde.
Ama bence İspanya Ispanak demek.

Kivi



Kivi
İngilizce kiwifruit yani kiwi meyvesi kelimesinden dilimize geçme.
Çin'in güneyindeki Yangtse / sarı nehir / vadisinde yetişen bu meyve ilk kez 1850 yılında keşfediliyor ve 1904'te Yeni Zelanda'ya geliyor. Orada uzun yıllar yetiştiriliyor ve yaygınlaşıyor. Dünyaya da buradan dağılıyor. Yeni Zelanda'da kivi isimli bir kuş yaşıyor. Bu kuş sadece Yeni Zelanda'da yaşıyor, uçamıyor ancak çok hızlı koşabiliyor ve güçlü koku alma duyusuna sahip uzun bir burnu var.
Kivi kuşu Yeni Zelanda'nın sembolü. 
Kivi meyvesi ismini işte bu ilginç kuştan alıyor.
Yeni Zelandalılar Maorice konuşuyor ve bu dilde Yeni Zelanda'ya Aotearoa yani "uzun beyaz bulutların ülkesi" deniliyor. Zelanda ismi ise Flemenkçe ve Hollandadaki Zeeland isimli şehirden geliyor.
Uzun beyaz bulutların ülkesindeki uçamayan kuşun yeşil içli güney çinli meyvesi çok yüksek oranda C vitamini içeriyor ve yiyeni hastalıklardan koruyor.

Yeşil biber


Yeşil biber
Biberin tazesine yeşil biber deniyor. 
Yeşil eski Türkçede taze ve nemli anlamına gelen "yaş" kelimesine "ıl" eklemesiyle oluşmuş Yaşıl. Taze bitki rengi anlamına geliyor.
Biber ise Yunanca karabiber anlamına gelen "piperi" den.
Şekline göre sivri, çan, domates ...
Tadına göre acı, tatlı ...
Yöresine göre Arnavut, Şili, Çarliston, Romanya ...
Rengine göre yeşil, kırmızı, mor ...
İşlevine göre dolmalık ...
olarak isimlendiriliyor.
Biberin acılık derecesi scoville birimi ile ölçülüyor.
Scoville derecesi yüksek tabasco türü biberlere cin biberi deniyor...
Cin biberi yiyeni yakıyor ...
Zira üç harflilerin ateşten yaratıldığına inanılıyor.

Tiramisu



Tiramisu ilk olarak 1970'li yıllarda İtalya'da yapılıyor. Kahve, konyak yada likör, kedidili bisküviler, mascarpone, yumurta ve şeker içeriyor.
İtalyanca çek al götür beni demekmiş. Kelimedeki Tira çek al götür anlamında.
Kahveli tatlı çok çok az.
İtalyanlar kahveyi Osmanlıdan öğrendi. 1544 yılında ilk kahvehane İstanbul'da açıldı. Hatta kahvenin ismi Türk kahvesi.
Ama kahve artık İtalyanlarla özdeş.
Yabancı mutfakların kötü taklitlerini yapan veya orjinal yemeklerimizi modifiye eden aşçılar yerine kahveli yepyeni bir Türk tatlısı üretecek aşçıları beklemek bu topraklardan çok şey istemek olmasa gerek .

Ciğer



"Ciğer" Farsça "karaciğer" anlamına gelen "cigar" kelimesinden dilimize geçme. "Kara" Eski Türkçede "siyah", Farsçada "kara" demek.
Ciğer Türkçe'de yürek ve iç anlamında da kullanılıyor.
Bağır ise ciğer dahil tüm iç organların ortak adı.
Foto Urfa'da çekildi. 
Oralarda sabah dahil her zaman yeniyor. 
Bağrı yanık türküler belki de bu yüzden hep Urfa'dan çıkıyor. Türküleri çok güzel söyleyenlerin ise ciğerleri hep yanık oluyor.
Bu arada ciğere kimyon çok yakışıyor.

Ihlamur



Ihlamur
Ağacın, ağacın çiçeğinin ve çiçeğinin kurutulmuşunun kaynatılması ile elde edilen içeceğin adı.
Yunanca çiçekleri tıpta kullanılan ağacın ismi olan "flamúri" kelimesinden.
Orta Avrupa köylerinin merkezinde bulunurmuş o dönemde mahkemeler bu meydanda kurulduğundan mahkeme ağacı da derlermiş.
Mayıs ayında dans festivalleri hep bu ağacın altında yapılırmış. Avrupalılar kutsal sayarmış.
Çiçekleri sağlığa faydalı.
Ihlamur banyosu yatıştırıcıymış.

Ohrid gölünün alabalığı



Ohrid gölünün meşhur alabalığı (ohrid trout) 
Osmanlı zamanında saraya alabalık ohrid gölünden getirilirmiş. Bir rivayete göre İngiliz kraliçesi de halen bu gölün alabalığını yiyormuş.
Ohrid gölü Arnavutluk ve Makedonya arasında ikiye bölümmüş durumda. Bu balık bu iki ülkenin mutfağına ait diye söylensede yerleşik ahali ve tarihi arka plan açısından bakıldığında bu göl Arnavutların yaşadığı alan içerisinde  kaldığından balığı Arnavut mutfağına ait saymak en doğrusu gözüküyor. Ohri Balkanlardaki en eski ve en derin göl. Unesco korumasında. Ohri şehri tam bir Osmanlı şehri ve bizim Safranboluyu andırıyor. Atmosfer romantik ve doğa büyüleyici. Ohri aynı zamanda Kril alfabesinin icat edildiği yer. Ortodoksların İstanbul Haliç sularından haç çıkarma geleneği burada da yaşatılıyor. Çok turistik bir yer gezerken İtalyanca Türkçe Arnavutça Bulgarca Yunanca Makedonca İngilizce vb konuşmalar kulağınıza çarpıyor.

10 Mart 2016 Perşembe

Enginar


Enginar, Yunanca anginara Farsça kangar kelimelerinden dilimize geçme.
İçindeki bir maddenin karaciğere ve safra kesesine iyi geldiği biliniyor. Enginarın en yararlı yerinin ise yapakları olduğu söyleniyor. Çayı, kızartması, dolması vb. leri yapılıyor. Enginarın Latince ismi Cyrana.
Mitolojide Zeusun Cynara isimli bir kadına aşık olduğu onu tanrıça ilan ettiği ancak kadının Zeusun evini beğenmeyerek kendi evine gitmek istediği, buna kızan Zeusun kadını enginara çevirdiği anlatılıyor. Uzun yıllar kralların sofrasında yeralan enginarın kadınlar tarafından yenmesi afrodizyak etkisinden dolayı 16. yüzyıl Avrupasında yasaklanıyor. Bugün kadınlar özgürce enginar yiyebiliyor. 8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü Kutlu Olsun. 

Su


Su, eski Türkçe suv kelimesinden evrilme. 
Arapça suya ma deniyor. Mai su gibi demek. Mavi, su rengi anlamında buradan geliyor.
Farsçada ise suya ab deniyor.
Gül suyuna eskiden Farsça etkisiyle gülab denirmiş. Hoşaf da aslında Hoşab mış, yani hoş su demekmiş. Söyleyişle değişerek hoşafa dönüşmüş. Hoşafa komposto da deniyor. Komposto ise İtalyanca kökenli.
Hoş Farsça xoş dan gelme. Tatlı, güzel, memnun edici demek.
Eşek hoşaftan ne anlar da aslında eşek hoş laftan ne anlarmış ...


Kestane


Kestane, Farsça ve Eski Yunancada aynı anlama gelen kastana kelimesinden dilimize geçme. Almancada bile kestanie.
Fotoğraftaki kestane, Bursa'nın Unesco korumasındaki Cumalıkızık köyünden. Cumalıkızık köyündeki evler kestane ağacından. Kestane ağacı çok dayanıklı. Köyün 700 yıllık olduğu söyleniyor. "Bursa’nın kestanesi, okka çeker beş tanesi" diye bir deyiş var. Okka 1280 gr olduğuna göre bu deyişe göre kestanenin tanesi ortalama 250 grama geliyormuş o zamanlar. Kestanesinin bir tanesinin ağırlığı bu kadarsa ağacının büyüklüğünü varın siz düşünün. Muazzammış ama yoketmişiz maalesef. Neleri yok etmedik ki...
Kestane en çok Aydın'da üretilse de kestane şekerinden dolayı Bursa ile özdeş.
Kestanenin şekeri, püresi, ezmesi, hatta unu bile var.
Balı çok faydalı kebabı çok sevaplı...


1 Ocak 2016 Cuma

Tavuk


Tavuk
Eski Türkçedeki "takagu" kelimesinden evrilmiş ve zaman içinde "takuk", "tağuk" ve nihayetinde "tavuk" haline gelmiş.
Kümes kuşu anlamına geliyor.
Kümes ise Yunanca tavuk barınağı anlamındaki "kimasi" kelimesinden. 
Kuş ise Türkçede eskiden beri aynı şekildeymiş hiç değişmemiş, kuş hep kuşmuş. 
Tavuğun erkeğine horoz deniyor. Horoz ise aynı anlamdaki Farsça "horüs" kelimesinden geliyor. Farsçadaki kök anlamı ise bağırıp çağırmak. Türkçede kabadayı anlamına da geliyor. 
Normalde organik olmayan veya köyde serbest dolaşarak yetiştiğine emin olmadığım tavukları yemiyorum.
Ancak grip olunca hemen bir lokantaya gidip tavuksuyu çorba içiyor ve iyileşiyorum. Tavuklara ne ilacı veriyorlarsa artık. O ilaç beni hemen iyileştiriveriyor. Antibiyotikleri eczaneden reçetesiz  alamadığımız bu karlı kış günlerinde pratik bir öneri olsun benden.
Gevezelik edenlere, dedikodu yapanlara "tavuk ayağı yemiş" derlermiş. Benim yazıda o hesap oldu.:)
Bu arada fotodaki yemek fırında köy tavuğu.


Peynir


Peynir
Farsça karşılığı olan "panir" kelimesinden dilimize geçme. Farsçaya da Avesta dilindeki süt anlamına gelen "payah" kelimesinden geçmiş. 
Divanu Lügati't Türk'te udma, udhıtma olarak geçiyor. Bu kelime Uygurca uyuma, uyutma demekmiş. 
Yani süt uyur ve peynir olarak uyanırmış...

Adaçayı


Adaçayı
Burgazada'da ada çayı içmek bir başka oluyor. 
Rivayete göre Hz. Meryem, Hz. İsa  kucağında iken askerlerden kaçar ve saklanmak için bitkilerden yardım ister. Ancak bir tek ada çayı bitkisi yardım isteğine cevap verir ve onların üstünü örterek saklar. Hz. Meryem bu yardım üzerine ada çayı bitkisine sen bizi ölümden kurtardın, bu nedenle seni insanları  hastalıklarından koruyacak kadar güçlü kılıyorum. Bizi nasıl ölümden koruduysan bundan böyle insanları da öyle koru der...

Balzamik sirke


Balzamik
Roka üstüne ince kaşkaval peynirleri serpilmiş ve üzerine balzamik sirke dökülmüş. Çeri domatesler de renk ve tad vermesi için konulmuş... Bu salata biçimi  Tiran'da neredeyse bir klasik. 
Üzerine dökülen balzamik İtalyanın Modena ve Reggio Emilia bölgelerinde üretilen dünyaca ünlü sirkenin adı. 
İtalyanlar işi biliyor, marka, patent, tasarım ve tanıtım konularında uzmanlar. Bizde de nar ekşisi, koruk suyu, kızılcık nardenk gibi bir çok lezzet var ama bırakın dünyayı  kendi ülkemizde bile henüz bu lezzetlerden haberi olmayan çok kişi var.
Gerçek balzamik sirke çok pahalı. Uzun yıllarda üretiliyor. Ancak bunu bulmak çok zor.  Piyasadakiler ise fabrikasyon. Üzerinde "aceto balsamico di modena" yazanlar böyle. Bunun bir üst segmentindekilerde ise "condimento" yazıyormuş. Bu tip balsamik sirke Modena ve Reggio Emilia bölgesinde üretilmiş olmasa da İtalyanın diğer bölgelerinde klasik üretim tarzına uygun olarak üretiliyormuş. Birinci sınıf yani asıl balzamik sirkenin ise üzerinde "tradizionale" yazıyormuş. En az on iki yıl beklemiş olması gerekiyormuş.
İtalyanca balsamico, İngilizce balsamic, bizde balzamik deniyor.
Kelime kökündeki balsam dikkatimi çekti. Balsam ise dilimize Fransızcadan geçme ve reçine anlamına geliyor. Reçine de bitkiler ve özellikle çam ağacından çıkan organik yarı akışkan sıvı demek ve bu kelime de Rumca kökenli. İtalyanca aceto ise sirke demek. Fabrikasyon balzamiklerin üzerinde aceto balsamico yazıyor. Bu tipler konsantre sirke ve çeşitli karamalize  aramolar ile fabrikalarda hızlıca üretiliyor. Bunu almaktansa orjinal nar ekşimiz ile orjinal üzüm sirkemizi karıştırarak kullanmak akla daha yatkın ve sağlığa daha uygun, pratik ve ucuz gözüküyor :) Tabi ki gerçek balzamike sözümüz yok :)